Kendine kök salmak
15:27Benden öykülere devam......
Ağaç gibi köklenmek değil, kuşlar gibi uçmak istiyorum demiştim ya, meğerse bu iş o kadar basit değilmiş. Basit olmadığını otuz yılda anladım. Otuz yıl, insanı çıldırtan bir yavaşlık gibi görünebilir ve zaten öyle, çıldırtacak kadar yavaşım.
Düşüncelerimdeki, yargılarımdaki, kararlarımdaki hatta hayallerimdeki bu yavaşlık beni nasıl kasıyorsa, günlük hayatta tam aksi pire gibiydim. Çizgi film karakterleri gibi, bir orada bir buradaydım. Eskisi kadar olmasa da hala öyleyim. Kırk yıldır çalıştım, hâlâ çalışıyorum, üç çocuk büyüttüm, bir kütüphane dolusu ıvır zıvır yazdım, bir o kadar okudum.
Bir de taşındım, şehirler, mahalleler, evler, işler değiştirdim. Evimdeki demirbaşlar çocuklarım ve hayvanlarım. Onları nereye gidersem yanımda taşıdım, gerisi lafı güzâf....
İşte bu süreçte bilmeden köklenme mevzusuna dalmışım. Önce çılgınca nereliyim ben krizine girdim, kök salıcam ya, dede yurdum neresiyse oraya yerleşeceğim. Tabii yok öyle bir şey Yunanistan'dan, Makedonya'dan, Suriye'den gelen atalarım var. Hangi yere yerleşip kök salmalıyım kararını veremedim. Bu arada da durduğum yerde duramıyorum. İki yıllık mecburi hizmet süresinde bile dört ev değiştirdim.
Veee anladım ki ben herhangi bir memlekete kök salamayacağım, sevgili Feray dedim, bundan sonraki felsefen, doğduğun değil, doyduğun yer felsefesi olsun. Hem evin ne önemi var ki, alt tarafı dört duvar değil mi? Önemli olan anı biriktirdiğin eşyalardır. Böylece eşya toplama sürecim başladı.
Annemin ve anneannemin kullanmaktan vazgeçtikleri eşyaları yani çöplerini anı diye aldım, bir de benim kendi taka tukam var. Bir de olaya ruhani bir hava veriyorum, o kadar teatral davranıyorum ki, gözlerim nemlenerek bu eşyaların dili olsa da konuşsa, neler görüp geçirdiler falan deyip kendim de inanıyorum. Beş on sene böyle devam ettim. Ama bu arada taşınmalarım da sürüyor. Hatta İzmir'de hayatımın bir dönemi var, topladığım şeyler eve sığmamaya başladı, başka evler açtım.
Bu arada da antin kuntin kurslara gidiyorum. Dünyaya ait hiç bir şeye değer vermeye değmez, tüm bağlılığınızı eşyadan çekin ve insana yönlendirin diyen gurumtrak bir adamın seminerlerine katıldım. Kader, gerçeği bu adam sayesinde karşıma çıkarmıştı, guru bozuntusunun dediğine göre, önemli olan insandı. Tabi ki memleket, ev, eşya değersizdi. Onlara anlamları ben yüklemiştim, yüklediğim gibi de geri alırdım. Aldım da ve enerjimi, emeğimi, sevgimi, saygımı, paramı insanın hizmetine sundum. Kısaca insana köklenmeye çalıştım. Offffff dostlarım offff, çok zor bir dönemdi. Neden derseniz, şimdiye kadarki köklenme konusundaki fikir değiştirmelerimde evler, eşyalar peşime takılmamıştı. Halbuki insan kötü, eğer seni sömürüyorsa, bundan asla vazgeçmiyor. Ben artık size köklenmeyeceğim, yoruldum, yıprandım, usandım desen de kurtulmak çok zor ama imkansız değil.
Ayyyyyy lafı çok uzattım. Ne yapayım bunların hepsini uzun uzun yaşadığımdan kısa kısa anlatamıyorum. Sonunda bir çemberde bu durumumu yana yakıla birisine anlatıyorum, ne dese beğenirsiniz, bal rengi saçlı ve bal rengi gözlü bir kadındı, sen köklenmişsin dedi, sen kendine köklenmişsin, onun için evden, eşyadan, yerleşmekten, insandan korkuyorsun. Hepsini kendine saldığın köklere ve özgürlüğüne tehdit olarak görüyorsun.
İşte geçenlerde soğan kavururken keşfettiğim en büyük korkum buydu. Dört bir yanım tehdit unsurlarıyla doluydu. Ama bilmiyorlar, kadın deneyim yüklü, mübareğin yaşamadığı şey yok, eskiden benim gibilere şerbetli derlerdi. Yani artık zarar verilemez.
An itibarıyla, korkmama hiç gerek olmadığını gördüm, benim için hiç bir memleket, hiç bir ev, hiç bir eşya, hiç bir insan vazgeçilmez değil, Feray'dan gayrı......
0 yorum