hekimanne gezerken

Doğu'nun en uzağında GÜNEY KORE

22:44

Ey! Asya'nın  uzak ülkesi...Uzak, çalışkan, güler  yüzlü  ve  eğlenceli  ülkesi,  kalbimin  bir parçası  sende  kaldı,  tekrar  geleceğim,  bekle  beni......

Türkiye'den ilk önce Kore'ye gitseydim, ne hissederdim bilemeyeceğim, çünkü önce Japonya'ya gidip oradan Kore'ye geçtim. Birdenbire dar bir giysiyi çıkarınca nasıl rahatlarsınız aynen öyle oldum. Her  şey ve her yer hala fazlasıyla yabancıydı, aynı zamanda çok tanıdıktı. Ben Japon'ların ve  Korelilerin tiplerini çok ayırt edemedim, hepsi çekik gözlü ama  Kore'ye gelince çekik gözlü robotlar, çekik gözlü insanlara dönüştü. Seul'un en hareketli ve güzel bölgelerinden birisinde Myeongdong bölgesinde Royal Hotel'de kaldım. Otelden öyle bir alana adım atılıyordu ki İstanbul'da İstiklal Caddesi tadında.

Seul'un ortasından bir nehir akıyor,  Han Nehri. Han, Korece büyük ve aydınlık demekmiş. Korecenin ve Kore alfabesinin Japonca ile alakası yokmuş, modifiye bir Çin alfabesi kullanıyorlarmış. Zaten Japon'ları pek sevdikleri söylenemez. Tarih boyunca Çin ve Japonya arasında ezilip kalmışlar, kullanılmışlar, zaten sonunda da 2. Dünya savaşı sonrası Japonya yenilip Koreyi de teslim edince ikiye bölünmüşler, Güney ve Kuzey kardeşler, ben Güney Kore'ye gittim, Kuzeye de gidilebiliyor ,yalnız  bu daha zor ve devlet kontrolünde bir gidiş. Ama orayı da mutlaka gidip göreceğim.

Seul'un hemen her yerinden görülebilen bir kayalık var. Özel bir adı var mı bilmiyorum ama özelliğini biliyorum, bu kayalığın spiritüel bir gücü varmış. Şehrinizde bu güçte bir yer varsa ne yaparsınız? Biz belki AVM yaparız da, onlar tapınak yapmışlar. Tur otobüsü yokuşun yarısını çıkabildi, öyle dik bir yamaç ki gerisini tırmandık. Tahtadan yapılmış, küçücük bir tapınak, öyle güzel paylaşmışlar ki. Kayalık dik, alan az olunca tek tapınak var, gündüz Budist, gece Şamanist ayinler yapılıyormuş. Hafta sonları belirli zamanlarda da Şinto mensuplarına ait oluyormuş. Kayalığın en tepesinde de burasının ruhsal farklılığını keşfeden şamanın külleri varmış. Tapınağa girdim, budist rahiple fotoğraflar çektirdim ama çok yüksekti küllere çıkamadım.

Han Nehri tekne gezisi, bir cumartesiye denk geldi. O gün tüm Güney Kore'de piknik bayramıymış, dağ taş insandı, belki mangal ve et kokusu yoktu ama çöp konusunda Türk piknikçilerle yarışacak bir görüntü vardı. Türk deyince, Insadong diye bir cadde var, hemen hemen her  şeyi uygun fiyatlarla satın alabileceğiniz pek çok mağaza var, bir çoğu yerel turistik ürünler satıyorlar. caddenin tam girişinde bir davul şov vardı, ilk önce ilginç geldi, kafa hareketiyle başlıklarının püsküllerini döndürürken dans edip davul çalan rengarenk giyinmiş gençler topluluğu. Ama o kadar çok gürültü ediyorlardı ki, caddenin içlerine doğru, sesten uzaklaşmak için yürüdüm, o da nesi? Kahramanmaraş dondurmacısı..... bir Türk dondurmacı, önünde kuyruk, aynı külah verme vermeme oyunları, çok güzeldi çok. Test ettim, dondurma aldım, aynı lezzet.

Güney Kore gezilerinin olmazsa olmazları Dongun ( Kral) mezarları ve Erdemli Saray( Gyeonghokgonk Sarayı) gezisi. Bu ikisini görmeye gittiğimiz gün bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. Kore'de de aynı Japonya gibi, bu türlü yerler de o kadar çok yangın çıkmış ki, geçmişe ait orjinal parça neredeyse yok. Yandıkça orjinaline uygun yeniden yapmışlar. Son derece sade mimarisi ve süslemeleri ile, hiç bir ağacın olmadığı toprak bahçeleri ile nasıl saray bu, nasıl krallar bunlar dedim. Kimisi de abartıdan uzak bu hali, son derece asil buldu.

Her şehirde olduğu gibi Seul'de de bir kule var. Seul Kulesi' ne bir yokuşu yavaş yavaş çıkarak ulaştım, yine yağmur yağıyordu, çevre yemyeşil, ağaçlar, çiçekler, rengarenk giyinmiş Korelilerle doluydu, sanki bir görsel şölen gibiydi. Her kulede olduğu gibi burada da giriş sırası var. Yukarıya çıktım ama sisten ve camların kirliliğinden şehri görmek imkansızdı. Kule döner kuleymiş, içinde sürekli hareket edince onun hareketi anlaşılmıyor, uzun süre öylece durmak lazım. Şehri tepeden net göremeyince, beklemeyip indik. İçinde hediyelik satan standlar, ışık gösterisi bölümleri, kulenin özelliklerini anlatan mini bir sergi vardı. Seul Kulesi 1980 yılında açılmış, iki binli yıllarda da yenilenmiş. 243 metre yüksekliğindeki Namsan Tepesi'nin üstüne inşa edilmiş 236 metre yüksekliğinde bir kule. Daha önce okuduğum gezi notlarında manzarasının müthiş olduğundan bahsediliyordu, ben de sis, bulut  ve  flu bir şehir manzarası gördüm ama o bile güzeldi. Zaten Asya'nın en güzel kulesi ünvanı bu kuleninmiş.

Kule'den çıkıp, kaleye doğru yol aldık. Hwaseong Kalesi Suwon'da yer alıyor. Suwon, Seul'un 30 km. kadar güneyinde bir şehir. Kale'ye gelince, her kale gibi surları var, Tüm surların uzunluğu altı km.miş. Bizim İstanbul şehir surları yirmi bir km. olduğu düşünülürse, bir kale için oldukça uzun bir alan. Zaten tüm surları yürümek zor, çok zaman lazım, onun için mini trenlerle dolaşılıyor. Her kale gibi kitabeler, minik toplar, top atış alanları var. Bana en ilginç gelen alan okçuluk alanıydı. Ok ve yay nasıl yapılır, tarihteki rolü ve gelişimini anlatan mini bir müzenin yanında okçuluk derslerinin verildiği bir alanda var. Omuz sorunum var, yayı germedim ama şöyle elime aldım, gerecek gibi yaptım. Dongunların ( Kralların) isimleri yok, numaraları var. 22. Dongun en iyi okçularıymış. Buradan da hatıra hediyelikler, nöbetçi askerlerle çektirdiğimiz fotoğraflarla Seul'e geri döndük.

Sıra müzeye gelmişti. İki müze gezdim, ikisi de çok çok güzeldi. İlki Seul Ulusal Kore Müzesi, üç katlı modern bir bina, ilk katında orjinale sadık kalınarak yapılmış bir pagoda var. Her katını ve bölümünü ayrıntılarıyla gezdim. Asya'nın en çok ziyaret edilen müzesiymiş. Bir de dünyada mutlaka görülmesi gereken on müzeden birisi sıralamasına girmiş. Gerçi, bu sıralamayı kim yapmışsa, Türkiye'den hiç bir müze yok. Bu kapalı alan müzesinin ardından, bir açık hava müzesine gittik, burası etnografik bir Kore köyüydü. Korean Folk Village. Kore Köyü tam bir fotoğraf cennetiydi, her yer fazlasıyla ilginçti, geçen yüzyılda Kore'nin herhangi bir köyünde yaşam nasılsa, tümü canlandırılmıştı. İsteyen yürüyerek, isteyen minik otobüslerle geziyordu. Ben yürüyerek dolaştım, sanırım her yerini göremedim. Köy meydanında atlı cambazlar gösteri yapıyorlardı. En ilginci, bir de falcı vardı, yirmi dolara bakıyormuş, hadi baktıralım ilginç olur dedik, biz sorumuzu soracağız, falcı cevap verecek. Ben sorumu Türkçe soracağım, bizim rehber ingilizceye çevirecek, yerel rehber kırık ingilizcesiyle nasıl anladıysa artık Korece'ye çevirecek, falcının dedikleri tekrar tercüme edilecek. Bu nasıl olacak diye düşünürken öğrendik ki her soru yirmi dolarmış. Vazgeçtik tabi, falcıdan  geriye hatıra fotoğrafları kaldı.

Öyle eğlenceli ve dolu dolu bir geziydi ki, Akşam saatlerine kadar sarkan, hatta geceye uzanan aktivitelere bile katıldık. Seul Yemek Akademisi'nde yemek pişirdik ve pişirdiğimiz yemeği yedik. Lotus kökü kızartmasına bayıldım, Kore'li çocukların en sevdiği yemekmiş, sofraların olmazsa olmazıymış. Korean House'a gittik, burası bir sanat merkezi. Bizden başka bir çok turist grubu da vardı. Yerel enstrumanlardan ve danslardan oluşan bir gösteri izledik. O kıyafetler, danstaki uyum hepsi rüya gibiydi. Ama ben Nanta Tiyatrosu'nda gördüklerimi unutamıyorum. Hatta bu ekip bir kaç yıl önce İstanbul'a gelmiş ve Zorlu'da kapalı gişe bir kaç gösteri yapmışlar. Gösterinin adı mutfak şov'du, tarif etmek imkansız, ya gidip Seul'de izlemelisiniz, ya da Türkiye'ye turne yaparlarsa ne yapıp edip gitmelisiniz. Gösterideki enerjiden bana neler olduysa, çıkışta nabzım artmıştı ve sesim kısılmıştı o kadar yani.

Ve nihayet son gün, gezimizin en hüzünlü, en etkileyici turunu yaptık, Kuzey Kore sınırına DMZ bölgesine gittik. DMZ ( Demilitarized zone) silahtan ve askerden arındırılmış bölge yani ünlü adıyla 38. paralel. Kuzey-Güney arasındaki tampon bölgede Birleşmiş Milletler askerleri var. Dorasan'da yeni ve eski tren yolları var, eski tren yolu ve 1950'de kurşunlanan son seferini yapmış vagon, vagonun içinden uzayıp gitmiş ağaç, dikenli tellerde asılı karşıda kalanlara ait kimlikler, özel eşyalar, sürekli çalan bir ayrılık şarkısı, fazlasıyla hüzünlüydü. Bir kez daha savaşın kötülüklerini canlı şahitleriyle beraber gördüm. Kuzeye bakılan bir seyir noktası var. Karşılıklı dikilmiş devasa uzunluktaki bayrak direkleri, dev bayraklar, silik bir kaç ev, tek tük ağaçları bir Won ne kadar süre tanıdıysa o kadar gördüm. Çünkü ayaklı dürbünler Won ( Kore para birimi) ile çalışıyor. Bir ara barış olur gibi olmuş, yeni bir demiryolu döşenmiş, yeni Dorasan İstasyonu'nu Bush açmış. Ama bu tren tek bir sefer yapmış, daha ilk seferinde Kuzey'de kurşunlanmış. Şimdi İstasyon hem boş, hem dolu. Sefer yok, yolcu yok ama bilet gişesinde satış görevlisi var, ben de hatıra bir bilet aldım. Bir de Kuzey'dekiler ne zaman kazdıysa artık, dört adet sızma tüneli bulunmuş. Kuzey'den, güney'e yukarıdan gelemiyorlar, toprağın altından gelmeyi planlamışlar. Önce bu süreçle ilgili bir film seyrettik ve sonra üç tüneli başımıza kaskları takarak gezdik, ben derinlerine kadar gidemedim, çok rahatsız edici bir koku ve ağır bir hava vardı, savaşın ağırlığı da üstüme çöktü ve yoruldum.

Buradan  ayrılırken,  birçok  ülke  için düşünmediğim  şeyleri  düşündüm. Alt tarafı  bir  tur  ama  dönerken üzüldüm,  tekrar gelirim planları  yaptım,  Kuzeyine de gitmek istedim,  bu  ülkeye  halen nedenini çözemediğim bir yakınlık  duydum. Ama  yemekleri  çok kötüydü. Kore mutfağında lotus  kökü   dışında  yiyebileceğim  hiç  bir şey yok. Dünyanın en güzel  süpermarketini de  burada gördüm. Sonraki  gidişimde,  önce  o  markete  gidip, yiyebileceklerimi  satın alacağım,  gerisi  kolay, gerisi  evim gibi. Umarım  bir  gün isimlerinin  önündeki kuzey  ve  güney  kalkar, kardeşler birleşir. Ey! Asya'nın  uzak ülkesi...Uzak, çalışkan, güler  yüzlü, ve  eğlenceli  ülkesi,  kalbimin  bir  parçası  sende  kaldı,  tekrar  geleceğim,  bekle  beni......
                         




Bİ DE BUNLAR VAR

0 yorum