hekimanne gezerken

Laos'da iki inanılmaz gün

14:46


Kamboçya'nın Siem Reap kentinden, Lao Havayolları'na ait bir uçakla yola çıktık. Uçak o kadar küçük ki, aralıklarla oturmuş on kadar yolcuyla yol alıyoruz. Hostesin getirdiği, Lao Beer marka bir bira, değişik aromalı tuzlu tatlı bir avuç fıstık ağzıma çok hoş bir lezzet veriyor. Hava açık, aşağıya bakıyorum, Tayland-Laos sınırını yapan Mekong Nehri aşağıda kahverengi bir yılan gibi uzanıyor.


 İlk durak eski başkent Pakse. Buradan ülkeye giriş yapacağız. Türkiye'de şehirler arası yollarda bakımsız yakıt istasyonları vardır ya, sanki terk edilmiş gibidirler. İşte onlara benzer bir binadan içeriye giriyoruz. Soluk, eski, pis bir salon, camlarında renklerini kaybetmiş, is rengi tül perdeler var. Burası Pakse Uluslararası Havaalanı. Etrafta üç beş görevli öylece duruyor, kadınlar ve adamlar aynen birbirlerine benziyorlar, aynı renk giyinmişler, kadınlar elbise giymemiş olsa cinsiyet ayrımı yapmak olanaksız. Halbuki hostes çok güzeldi. İşte bu kişiler, hiç durmadan aralarında konuşuyorlar, on kadar turiste bakıp telaşa kapılmış hareketler yapıyorlar ve gözleri çok ilginç, sanki donarak ölmüş balık gözü gibi duygusuz. Aslında vizemiz var ama çok büyük bir sorun varmış gibi davranıyorlar. Neyse, rehberin bile zar zor anlayıp bize anlattığı şekilde formları doldurduk. Sonra hiç bir şey yapmadan öylece oturduk. Bizi getiren uçaktan başka hiç bir uçak iniş kalkış yapmadı. Orada öylece neler olduğunu anlamadan bekledik. Bir süre sonra aniden bir adam ortaya fırladı ve el kol hareketleriyle indiğimiz uçağı gösterip bir şeyler söyledi. Bir turist, sanırım Fransız'dı, onun ne dediğini anladı ve aynı uçağa binip Luang Parabang'a geldik. Bu şehir 1995'de Unesco Dünya Kültür Mirası listesine alınmış.


Luang Parabang, Laos'un eski başkentiymiş. Kelime anlamı ''Asil Buda''. Laos tarihi, iç savaş, dış savaş ve kargaşalarla dolu. Eski Fransız sömürgesi, sonra Japonlar istila etmiş, en sonda Amerikalılar defalarca bombalamış. Şimdi ismi Laos Demokratik Cumhuriyeti. Cumhuriyet adı sadece isminde var, ülke komünist dikta ile yönetiliyor.  Bu şehirde kaldığım sürede tapınakları, tepeleri, Mekong Nehri'ni ve çevresindeki küçük köyleri gezdim. Yabancıların oturduğu yerler dışında rahatsız edici bir yoksulluk ve pislik var. Dünyanın en fakir elli ülkesi arasındaymış.

Villa Santa Resort isimli bir otelde kaldım. Otel, balta girmemiş ormanlık bir parkın içine yapılmış, odalar bahçeye yayılmış vaziyette, oda numaraları birbirini takip etmediğinden birkaç kez, suni göletlerin, göz alabildiğine yayılmış lotus çiçeklerinin arasında kayboldum. Aralarda Bodhi ( Hint İnciri ) ağaçlarını görünce, ilk kez gördüğüm için heyecanlandım. Sonra bu coğrafyada Buda'nın altında nirvanaya ulaştığı bu ağaçlara sıkça rastladım. Odama girdiğim zaman yatağın üstüne değişik örülmüş bir sepette tropikal meyveleri görünce, yoldaki tüm olumsuzlukları unutmuştum ki, dragon fruita elimi atınca altından parlak mavi bir örümcek koluma çıkıverdi. Çığlıklar eşliğinde sepeti balkona çıkardım, kapıyı kapattım, perdeleri çektim, önlem olarak ışıkları açtım, uzun süre uyuyamadım. Aslında o kadar börtü böcek korkum yoktur ama ilk gördüğüm tip hiç de korkulmayacak gibi değildi. Sonradan öğreniyorum ki. ormanda yaşayan endemik canlıların %95'i böcekmiş.

Gezi notlarımda dolandığım tapınakları not etmişim. Sırayla Wat Xieng Thong, Wat Visoun Stupası, Wat Aham, Wat Mai'yi gördüm. Anladığınız üzere Wat tapınak demek. Hepsi birbirine benzer ibadethaneler, onlar hakkında neredeyse aklımda kalan hiç bir şey yok.



Ama Buda'nın oturuş şekilleri hakkında hatırladıklarım var. Mesela fotoğraftaki hareketim yerel rehberimiz Siph On'a göre ''Hayatı kaybetmeye, hayatı öldürmeye dur de'' demekmiş.

Tapınaklar tekdüzeydi ama sabaha karşı katıldığım sadaka töreni çok ilginçti. Sol omuza, pötikareli bereket şalları atılıyor, sağ elle rahiplerin sepetlerine, buharda haşlanmış, yapışık pirinçler ( sticky rice) konuyor. Bu coğrafyada pirinç, bizdeki buğday gibi kutsal. Bu törenin anlamı, iyi niyet dolu tüm kalbimle lokmamı seninle paylaşıyorum demekmiş. Törene katılabilmek için karanlıkta, gün ağarmadan gidip yer tuttuk, inanılmaz kalabalık vardı.

Bir akşam üstü Phousi Tepesi'ne çıktık, buraya 329 basamakla çıkılıyor. Yarı yolda biraz dinlenerek en tepeye çıktım, Mekong Nehri'ni bir de buradan gördüm, bu nehir hakkındaki fikrim değişmedi, aynı kahverengi bir yılan. Tepede küçük bir tapınak daha var, Wat Phousi.


Eski Kral Sarayı artık Milli Müze'ye dönüşmüş. Milli Müze'yi gezerken, kraliyet ailesinin şahsi eşyalarını incelerken üzülmekle acımak arası şeyler hissettim. Çünkü gördüğümüz eşyaların sahipleri, yani son kral ve ailesi kovuldukları, sürüldükleri bir mağarada açlıktan ölmüşlerdi.

Mekong Nehri'ni bir de iyice yakından, yani üstünde giderek gördüm. Nehrin içinde otuz kiloya kadar çıkan kedi balıkları varmış, onları görmedim ama yedim, ehh fena değil. Az da olsa timsaha da rastlanıyormuş. Kıyılarda tek tük ekili alanlar var, yukarılara doğru sık ormanlar var, bunlar tik ağacı ormanları. Nehir yakından korkunç görünüyor, sık sık girdaplı alanlar var, ölmüş, huzursuz ruhların buralarda yaşadıklarına inanılıyormuş.  Yarış tekneleri kadar alçak ve uzun bir tekneye dizildik ve üç ayrı yer ziyaret ettik.

İlkini asla unutmayacağım. Burası Ban Xang Khong Köyü'nde bir pirinç şaraphanesi. Tekneden inip, taşlara ve uzun otlara tutunarak yukarı tırmandık. İnanılmaz pis kaplar, kazanlar, damıtma şekilleri, bir de şişelerin içine yılan, tarantula falan koyup şarapları şişelemişler. Ben iğrenmiş bir yüz haliyle bunlara bakıp, bir an önce uzaklaşmak isterken, olanlar oldu ve tuvalete ihtiyaç duydum. Önce bir dolar istediler, verdim, tahta mandalla tutturulmuş bir kapıyı açtılar, içeriye girip kapıyı kapattım, nihayet karanlığa gözüm alıştı, çevredeki kokuyu almamak için nefesimi tutup, etrafa göz attım, içi kahverengi su dolu paslı bir varil, ve toprağa açılmış bir delik.....

İkinci yer, bir mağaraydı, Nam Ou ve Mekong Nehri'nin birleştiği köşede bir mağara var, İsmi Pak Ou, içinde yüzlerce Buda heykeli var. Büyük, küçük, tahtadan, taştan, renkli, çıplak, giyimli, hatta mücevherli çeşit çeşit. Burası doğanın enerjisiyle, Buda'nın enerjisinin birleştiği bir noktaymış.

Üçüncü yer, yine bir köy, Ban Xang Khong Köyü'nde ipek kumaş ve kağıt imal eden köylüleri gördüm. İlginç bir kaç şey aldım, İpeğin ipek böceğinden elde edilmesi, ip haline getirilmesi, boyanması, dokunması safhaları gerçekten çok garip, çok naif bir iş.







Dokuma tezgahındaki güzel bir kadını görüntülemek istedim, izin aldım, kafasını kaldırıp bana baktı, şöyle ufak bir dehşet dalgası içimi yalayıp geçti, kadının gözleri aynı hava alanındakiler gibiydi.
Bu ülkede fakirliğin dışında bir şey var, değişik bir şey, insanları ölü balık gibi baktıran bir şey.

Bir de gece pazarları var, kaldığım iki gece de pazarları gezip tozdum















Bİ DE BUNLAR VAR

0 yorum