hekimanne gezerken

Matruşka gibi bir ülke RUSYA

20:34

Taş gibi yatalım, kuş gibi kalkalım
Rusya'ya  gittim ve sadece iki şehrini zamanım yettiğince gördüm. Başka bir ülke olsa bu kısacık dokunuş fazla bir şey ifade etmeyebilirdi ama konu Rusya olunca, meğerse hiç görmeden de bu ülke hakkında bir şeyler biliyormuşum. Bu girizgahtan sonra, ne demek istediğimi açayım, bir haftada neler olup bitti anlatayım. Daha önceki gezi yazılarıma uçtuğum hava yolunu, uçuş süresini, hava alanı izlenimlerimi yazarak başlamış ve adım adım gördüğümü, yediğimi, yapıp ettiğimi ayrıntılarıyla anlatmışım. Geri dönüp o yazdıklarımı değiştirecek değilim. Ancak, bundan sonraki yazılarımda, internetten araştırarak öğreneceğiniz şeyleri değil, diğer gözlemlerimi, hayret verici, üzücü, komik şeyleri paylaşacağım.


Önce Moskova sonra St. Petersburg'a gittim. Rusya ve Türkiye iki yakın komşu ülke ve Rusya'da da birbirine kısmen yakın iki şehir. Hiçte umduğum kadar yakın çıkmadı, çünkü uzaklık zamandaydı,17. yüzyılla 21.yüzyıl arasında savrulup durdum. Etraf üç ayrı dönemin birbirine geçişleri, girişleri, çıkışlarıyla dolu. İlki Çarlık Rusya'sı, ikincisi SSCB ve son olarak bildiğimiz Gorbaçov'un, Yeltsin'in, Putin'in Rusya'sı.

Ben üç ülkeyi de sevdim. Gayet güzel Türkçe konuşan, üniversitenin Doğu Dilleri bölümü mezunu iki Rus'la, iki şehri dolaştım, ikisinin birbirine zıt yaklaşımları, farklı değerlendirmeleri vardı. Ülkeleri için farklı hayaller kuran bu insanların ilkiyle başlıyorum.

Moskova'da kalbi SSCB'de kalmış, ülkenin yeni durumundan nefret eden bir mihmandarım vardı. Az ve öz konuşan, her an kavga edecekmiş gibi gergin, soluk benizli bu adam, Çarlık Rusya'sının mirası olan  Katedral, Saray, Kale, Kule....vs.nin restorasyonu için harcanan paraya karşıydı. O paralar, bizim vergilerimiz dedi. Ben vergimle okul ve hastahane yapılsın istiyorum. Çarlar hayattayken zaten devletin varlığını sömürdüler, şimdi yoklar ama yine para harcamaya devam ediyorlar diye söylendi durdu. SSCB zamanında her şey devlete aitken, halka ev dağıtmışlar, ev dedimse tek çocuklu bir aileye on dört metrekarelik bir ev, oda kadar bir şey. O komplekslerde çoğu kez banyo ve mutfak ortakmış. Eğer çocuk sayısı artarsa içinde mutfak ve banyosu olan otuz metrekarelik yer veriliyormuş. SSCB bitince geri mi aldılar diye sordum, hayır dedi, aynı evdeyim, evin tapusunu bana verdiler. İyi o zaman dediğimde, hayır dedi iyi değil, kapitalizm topraklarımıza girdi, artık zengin ve fakir var. Çevresinde bir şekilde giderek zenginleşen Rusları gördüğünden, yıllardır oturduğu ev kendisine ait olmasına rağmen çok mutsuzdu. Okul ve hastahane sayısındaki azalmadan, kilise sayısının giderek artmasından da çok şikayetçiydi. Devlet hastahanelerinde çok sıra bekleniyormuş, daha kaliteli ve beklemesiz hizmet istiyorsan özel sağlık kurumlarına gitmek gerekirmiş. Maaşlar belli dedi, geçinmek çok zor, bir şekilde herkes daha çok para kazanmaya çalışıyor.

Moskova'nın genel görünüşünde Stalin zamanında yapılan bir çok bina var, genelde devlet kurumları ve üniversiteler. Neredeyse birbirinin aynı binalar, bunu söyleyince, hayır dedi, onların hepsi farklı, Stalin bizzat mimarlara tarif ederek yaptırmış. Komünizmin ruhsuz mimarisine sütunlar, ufak heykelcikler falan eklenmiş, daha sonraları bu görüntüyle alay etmek için, o binaların şekline stalinobarok demişler. Rehberimiz Stalin'i hâlâ seviyordu ama sevmeyenler çoğunlukta olmalı ki, cenazesi Kremlin duvarındaki saygın yerden alınmış, kale duvarının biraz gerisine gömülmüş. Ölüsüne bile tahammül edememişler. Lenin için daha ılımlılar, Kremlin duvarının dibinde kocaman bir Lenin mozolesi var. Kim bilir belki o da ölmeyip uzun yaşasaydı, böyle güzel anılmaya devam etmezdi.

SSCB zamanında ateizm öğütlendiğinden, halk ateistmiş gibi davranırken, inanç 1990'larda serbest bırakılınca kiliseler dolmuş taşmış. Ardından da devlet desteğiyle restorasyon faaliyetleri başlamış. Hem yönetim şekli nedeniyle bakımsızlıktan, hem de 2. Dünya Savaşı'nda Alman bombalarından harap olan katedraller onarılmış, fotoğraflarına bakarak aslına uygun restore etmişler. Çarlık döneminin tüm ihtişamı sanki geri dönmüş, ancak o dönemden tek fark görsel şatafatın %80ninin çakma olması, neredeyse orijinal hiç bir şey yok.

Geleneksel Rus mimarisi göze çok hoş görünüyor, renkli soğan kubbelerle dolu meydanlar sanki masal dünyası. O soğana benzeyen şekil aslında alev şekliymiş, tanrının huzurunda dua ettim ve o nedenle yandım demekmiş. Her ne anlama gelirlerse gelsinler, çok çok güzeller.

Bir de ünlü Moskova Metrosu var, yerin altı da üstü gibi ihtişamlı, sanki metro sanat galerilerinin içinden geçiyor gibi, istasyonlar tablolar, ihtişamlı avizeler, gravürler ve heykellerle dolu.

Giderseniz, Kızıl Meydan'a yakın bir otelde kalın. Ben National Hotel Moscow'da kaldım, Kızıl Meydan, Kremlin, Bolşoy Tiyatrosu, Aziz Basil Katedrali, GUM ( Rus usulü kapalı çarşı).....vs. hepsi yürüme mesafesinde. Bunun dışında, Puşkin Müzesi, Puşkin heykelleri, Petro'nun 1702'de kaldığı evi, bahçeleri, parkları, sarayları, Devrim Meydanı'nı hızla gezdik. İncelemek için, hazmetmek için daha fazla kalmak lazım. Novodevichy mezarlığı konusunda, rehber hac vazifemizi yapalım dedi, yani Moskova'ya gelen her Türk mutlaka gidiyormuş, burada Nazım Hikmet'i ziyaret ettik, bu arada Yeltsin'in, Gogol'ün mezarlarını da gördüm)

Ve St. Petersburg...... tek kelimeyle bayıldım, büyülendim, yerleşmeyi bile düşündüm. Deli Petro ne iyi etmiş de, illaki buraya şehir kuracağım demiş. Ladoga Gölü onlarca nehirle beslenen bir göl. Ve tek bir nehirle denize boşalıyor. Neva Nehri, Baltık denizine dökülmeden dallanıyor ve sonra tekrar bu sular birleşerek denizle buluşuyor. İşte kollu bacaklı bu nehrin deltasına kurulmuş Sankt . Petersburg, SSCB deki ismiyle Leningrad, Almanların söylediği şekliyle Petrograd 1703 de kurulmuş ve iki yüz yıl Çarlık Rusya'sına başkentlik yapmış. Kırk iki ada üzerine kurulan bu şehir, nehirler, kanallar, köprüler, müzeler, saraylar şehri,

Buradaki rehberimiz, detaycı, aceleci, çok bilgili ve kültürlü bir hanımdı. Ülkesi hakkındaki görüşünü anlamadım, çünkü Çar dönemi, Sovyet dönemi ve günümüz olmak üzere toptan  herkese muhalifti. Biz daha çocukken diye anlattı, öğretmenler okul gezisi diye öğrencileri saraylara götürürler ve işe yaramayan aptal çar ve çariçeler halkın parasını yedi diye ders yaparlardı. Şimdiyse neredeyse onları aziz ilan edecekler.

Kendisi SSCB zamanında minnacık bir evde doğmuş, onaltı yaşına kadar da annesi, babası ve kardeşiyle bu evde yaşamış. Sovyetler Birliği dağılınca ve doksanlı yıllarda turistler gelmeye başlayınca rehber olmaya karar vermiş. Bir kaç göbektir bu şehirde yaşamışlar. Hatta büyükannesi, 2.Dünya Savaşı esnasındaki Leningrad Kuşatmasından sağ çıkmayı başarmış. O süreçte yaşananların birebir şahidi olmuş. Ardından harap olmuş şehri el birliğiyle onarmaya çalışmışlar. Ama esas restorasyon çalışmaları Sovyetler dağıldıktan sonra başlamış.

Sovyetler'in dağılmasıyla büyük bir değişim olmuş, halk önce ne yapacağını şaşırmış,herkes bir şekilde para kazanmanın peşine düşmüş. Zaten var olan rüşvet ve torpil giderek artmış.

Tabi turist olarak ben bu değişimlerin hiçbirisini fark etmediğimden, şehrin ruhuna işlemiş savaş travmalarını hissetmediğimden olsa gerek, her gördüğüme hayran oldum. Sadece Puşkin'in, Dostoyevski'nin, Rasputin'in oturdukları evleri görünce içim cız etti. Bu arada rehberimiz okul öykülerini anlatırken Dostoyevski'den de bahsetti, okullarda kitaplarının okunması yasakmış, hatta Lenin Karamazof Kardeşler'i herkesin gözünün önünde çöpe atmış. Puşkin'e gelince, Rus Edebiyatı'nın babası koltuğunda o oturuyor.

St. Petersburg'da da saray ve benzeri yerlerdeki hemen hemen her şey restorasyon ürünü. Ama Hermitage Müzesi  öyle değil, içinde neredeyse tamamı orijinal üç milyon eser var. Yarım güne ne sığdırılabilirse o kadarını gördüm. Tekrar tekrar gelmek lazım.

Rusya'yı, onların ünlü matruşka bebeklerine benzettim. Şu andaki Rusya yani Putin'in Rusya'sı en dıştaki bebek, açıyorsun içinden Sovyetlerin Rusya'sı çıkıyor, daha içteyse Çarların Rusya'sı.

Belki de Rus klasikleriyle henüz lisedeyken tanıştığım için, sonraki yıllarda da tekrar tekrar okuduğum için,  Dostoyevski'ye, Puşkin'e, Gogol'a .... hayran olduğum için, bu ülkeden bu kadar çok etkilendim. Ayrılmadan hemen önce rehbere dedim ki, bana öyle bir şey öğret ki, sana da büyük annen öğretmiş olsun. Önce anlamadı, tek bir söz bile olabilir diye açıkladım. Ve öğretti, anneannesi akşam yatarken "Taş gibi yatalım, kuş gibi kalkalım" dermiş. Bu sözün dışında bir de Rus Masalı öğrendim. Onu da sonra anlatırım.......






Bİ DE BUNLAR VAR

0 yorum