hekimanne gezerken

Evita, Mayıs Anneleri ve Güzel Havalar

01:16



Buenos Aires'deyim. İspanyolca anlamı ''güzel havalar''..... neden böyle denmiş, bir çok söylenti var, bana en mantıklı gelen, havası güzel, onun için de adı böyle...... İguazu'nun Arjantin tarafındaki hava alanından, iki saatlik iç hat uçuşuyla Arjantin'in başkentine geldik. Peki Buenos Aires'de adı gibi hava güzel mi??
Sıcak, sıcak, çok sıcak.....aylardan aralık ve Güney Yarım kürede yazın ortası

Şehir, 1536 da, İspanyollar tarafından, Atlantik Okyanusu'nun kıyısında iki nehrin ( Rio Parana ve Rio Uruguay) arasında Rio de la Plata deltasında kurulmuş. Rio de la Plata gümüş nehir anlamına geliyor, Arjantin'e de gümüş ülke diyorlarmış.

Bu kadar büyük, renkli, kalabalık bir şehir üç günde ne kadar gezilebilirse o kadar gezdik. Ben dünyanın neresine gidersem gideyim, kendimi konumlandırmam lazım. Hemen harita alır, burası neresi, ben neredeyim diye konumlandırırım. Eğer bunu yapmazsam, konsantre olamıyorum, anksiyetem oluyor. İşte burada da aynını yaptım, kendimi konumlandırdım.

Şehrin merkezinde, Plaza de Mayo'da (Mayıs Meydanı'nda) yüzünüz denize doğru dönün, arkanızda Avenida 9 de Julio (9 Temmuz Bulvarı) kalacak. İşte o an sağınızda La Boca ve San Telmo, solunuz da da Recoleta, Palermo ve Rio Tigre var. Aslında bir çok başka yer de var ama buralar benim gezip gördüklerim

Plaza de Mayo, adını 1810'da İspanyollara karşı başlayan ayaklanmadan almış. Ama dünyadaki ününün bu kadar büyük olmasının nedeni başka. 1976'da Peron devrilince, askeri rejim başlamış, 1976-1983 arasında on binlerce insan ortadan kaybolmuş. Kaybolanların anneleri Plaza de Mayo'da Başkanlık Sarayı'nın önünde toplanıp, protestolara başlamışlar. Ki o zamanlar ikiden fazla kişinin yan yana durması yasakmış. Ama 1977'de ilk kez on dört anne ve anneanne Mayıs Meydanı'na gelmiş ve öylece durmuşlar. Birbirlerini tanımak için beyaz örtüler takıyorlarmış, daha sonra bu beyaz eşarplar direnişin simgesi olmuş. Dayaklara ve soruşturmalara rağmen, her geçen gün sayıları artmış. Askeri dikta sonrası kayıpların hepsinin öldürüldüğü anlaşılınca, suçluların cezalandırılması için toplanmaya devam etmişler. 1977'de ilk toplanmaya başladıkları zaman öldürülen anne Azucena Villafor meydanın ortasında gömülü. Yerdeki beyaz örtü desenlerinin üstüne basmadan hüzünle ve saygıyla geçip, Başkanlık Sarayı'na doğru gittim. Casa Rosada ( Başkanlık Sarayı) yani Pembe Ev, rengi kalıcı olsun diye boyasına hayvan kanı eklenmiş. Evin balkonuna öylece bakıp kaldım, şimdi bomboş ama Eva Peron ünlü balkon konuşmasını orada yapmış. Meydanın diğer ucunda da Metropolitan Katedrali var, hani şu ünlü Arjantinli Papa, Papa seçilmeden önce bu katedralde çalışıyormuş. Papa seçimlerinin siyasi nedenlerini anlattılar ama hiç birisini hatırlamıyorum, o sırada benim aklım zavallı Eva Peron'da ve kahraman Mayıs Anneleri'nde kalmıştı. sadece şunu söyleyebilirim, Arjantin'li Papa'dan daha kıdemli ve uygun aday varmış, aslında hakketmemiş falan filan ( bu kısım biraz dedikodu gibi oldu ama bu konu o kadar ilgi alanım dışında ki, araştırmak bile istemedim)






Bir şehri gezerken neden mezarlığa gidilir? Gidiliyor işte, Moskova'da da Nazım Hikmet'i ziyaret etmek için Novodevichy Mezarlığına gitmiştim. Buenos Aires'de de güzergahımız Recoleta Mezarlığı. Burası en güçlü isimlerin son adresi. İçinde bulunduğu mahallenin adıyla anılan bu mezarlık 1822'de bir Fransız mühendis tarafından planlanmış. Ortam korku filmi gibi, taklar,mermer mozoleler,mezarların içinde resimler, şamdanlar, heykeller, daracık nemli sokaklar...hepsi yan yana, sanki açık hava müzesi gibi. Burada mezarların en ucuzu beş yüz bin dolarmış.


Recoleta’nın en ünlü sakini Evita. Yaşarken ona “esa mujer” (o kadın) diyen üst sınıf Arjantinliler ile komşu mezarlarda yatıyor . Hatta Evita’ını naaşını kaçırıp saklayan darbeci Pedro Aramburu da birkaç adım ötede. Eva'nın mezarına, yakıcı kavurucu bir güneşin altında, yürüyerek geldik, yolda rehberimiz biraz ondan bahsetti.


Eva Duarte Peron aslında oyuncu olmak isteyen hırslı bir genç kız, 1944’te albay Juan Peron’la evleniyor. 1946’da Peron devlet başkanı seçilince first lady’lik kariyeri başlıyor. 1952’de otuz üç yaşında kanserden öldüğünde tüm dünya Evita’yı tanıyor. 1955‘te Peron devrilip İspanya’ya kaçıyor. Evita’nın mumyalanmış naaşı askeri yönetimce Peronist gücü kırmak için kaçırılıyor, on altı sene sonra 1971’de Milano’da sahte bir isimle gömülü olduğu ortaya çıkıyor. 1974’te Peron’un üçüncü eşi, Arjantin’in ilk kadın devlet başkanı Isabel Peron tarafından Arjantin’e getiriliyor ve Evita’nın şu andaki mezarına gömülüyor, Juan Peron’un ölüsü de rahat bırakılmamış. Peron’un simgesi, halkı iki elini kaldırıp avuçlarını göstererek selamlaması. 1987’de Peron’un o zaman yattığı Chacarita mezarlığına giren kimliği belirsiz kişiler iki elini keserek çalmış. Peron hareketinin gücünü simgeleyen eller hâlâ kayıpmış. Hava çok sıcak, hikaye çok acıklı.

Riachuelo Nehri'nin Rio de Plata'ya açıldığı yere ağız anlamında La Boca deniyor. Neredeyse bütün turistlerin gördüğü La Boca mahallesi'nin, ana caddesi Caminito iki taraflı satıcılar, sokak ressamları, sokak çalgıcılarıyla dolu. Evler batık ve eski gemilerin parçalarıyla yapılmış ve rengarenk boyanmış, minik hediyelik eşya satan dükkanlarda çalışanların neredeyse tamamı Şilili ve Perulu. Caminito caddesinin hemen paralel sokakları ıssız, karanlık tipler var, içerilere doğru beş dakika bile yürümek güvenli değilmiş. La Boca Maradona'nın, Evita'nın doğup büyüdüğü mahalle. Sanki masal dünyası, gerçeklik dışı bir yer. El Caminito'nun biraz ötesinde La Bombonera yükseliyor, yani adı Çikolata Kutusu anlamına gelen futbol stadyumu! Ünlü Boca Juniors kulübü maçlarını burada oynuyormuş.




San Telmo, başka bir mahalle, daha ayakları yere basan, her yer gibi bir yer. ,Çok şık kafeler var, birisinde oturup kahvenizi yudumlarken meydanda tango yapan çiftleri seyredebilirsiniz. Bu mahallede sokaklarda tango yapanlara rastlamak, bir süre sonra normal geliyor. Zaten bu mahallenin diğer adı Tango Cumhuriyeti.


Kaldığımız otele yürüme mesafesinde bir kitapçı ve bir kafeden mutlaka bahsetmeliyim. Ateneo Grand Splendid kitapçıya döndüştürülen eski bir opera binası. dünyanın en güzel kitapçılarından birisi deniyor.Esasen bu kitapçı dükkanı bu amaçla yapılmış bir bina değil. Mimarlar Pero ve Torres Armengol tarafından tasarlanan, tavan freskleri Nazareno Orlandi tarafından yapılan ve sütunları Trojano Trojani tarafından hazırlanan ve 1919 Mayıs ayında açılan bu bina 1050 kişilik bir opera binasıymış, daha sonra sinema olarak kullanılmış, 2000 yılından bu yana da kitapçı. İki bin metrekare alana yayılan bir kitapçı düşünün. Hayatımda gördüğüm en muhteşem kitapçıydı, çıkmak istemedim, eğer vakit olsa insan bir bütün gününü orada geçirebilir.


Cafe Tortoni'ye gelince, 1858'de açılmış, eski fotoğraflarına baktım, o kadar az değişmiş ki, bir masanın çevresinde üç adam oturuyor, canlı değiller, bunlar kafenin balmumu heykelleri yapılmış üç eski müdavimi, birisi ünlü Arjantinli yazar Borges. Burada yapılan tango gecelerine, şiir dinletilerine bayılırmış.  


Eğer,yeniden başlayabilseydim yaşamaya,
İkincisinde daha çok hata yapardım. diye başlayan bir Borges şiiri var ya, hepimiz biliriz, kahvemi yavaş yavaş yudumlarken, o şiiri okudum.

Eğer,yeniden başlayabilseydim yaşamaya,
İkincisinde daha çok hata yapardım.
Kusursuz olmaya çalışmaz,sırtüstü yatardım.
Neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar,
Çok az şeyi
Ciddiyetle yapardım.
Temizlik sorun bile olmazdı asla.
Daha çok riske girerdim.
Seyahat ederdim daha fazla.
Daha çok güneş doğuşu izler,
Daha çok dağa tırmanır,daha çok nehirde yüzerdim.
Görmediğim bir çok yere giderdim.
Dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye.
Gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine.
Yaşamın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardandım.
Yeniden başlayabilseydim eger,yalnız mutlu anlarım olurdu.
Farkında mısınız bilmem. yaşam budur zaten.
Anlar,sadece anlar.Siz de anı yaşayın.
Hiçbir yere yanında su,şemsiye ve paraşüt almadan,
Gitmeyen insanlardandım ben.
Yeniden başlayabilseydim eğer,hiçbir şey taşımazdım.
Eğer yeniden başlayabilseydim,
İlkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım.
Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla.
Bilinmeyen yollar keşfeder,güneşin tadına varır,
Çocuklarla oynardım,bir şansım olsaydı eger.
Ama işte 85'indeyim ve biliyorumn...
ÖLÜYORUM....
Arjantin-1985
Bir türlü Peron ile yıldızı barışmayan Borges, gerçekten de bu şiiri yazdıktan bir yıl sonra seksen altı yaşında ölmüş

Kentin bir diğer efsanevi yapısı Teatro Colon. 1908 de açılmış, tam 3542 koltuğu varmış, dünyadaki akustiği en iyi üç opera salonundan birisiymiş. Temsiller dışında randevu alınarak gezilebiliyor, biz de bir saatlik kısa bir tur yaptık. İçiyle, dışıyla tam bir sanat eseri ama böyle yapılarda mutlaka opera dinlemek, bale seyretmek lazım, sadece bakıp çıkmak yeterli değil. Kısmet, bir daha gitmeden temsil işini düşüneceğim.


Ünlü Florida Caddesi'nde uzunca bir serbest zamanımız oldu. Bu süreçte de Malba Müzesi'ne ( Latin Amerika Sanat Müzesi) gittik. O kadar güzel denk geldi ki, ne kadar şanslıyım dedim. Bir hafta kadar önce, Meksika ressamları sergisi başlamış. Diğerlerinin isimlerini anımsayamıyorum ama Diego Rivera ve Frida Kahlo'nun orjinal onlarca tablosunu gördüm. Frida'nın kendini çizdiği resimlere bakarken gözyaşlarımı tutamadım.




Dünyanın en geniş yolu da bu şehirde, ismi 9 Temmuz Bulvarı. Bir yol ne kadar geniş olabilir ki demeyin, bu yol tam yirmi iki şeritli ve sadece 1 km. uzunluğunda. Buenos Aires'e gelen her turist bu yolda karşıdan karşıya geçermiş ( nedense??) ben de turistlik görevimi yerine getirdim ve geçtim. Gerçi geç geç bitmedi ama....


Tekne turu yaptığımız Rio Tigre ( tigre eskiden buralarda yaşamış, jaguara benzeyen bir kedigil), bahçesinde mor mavi çiçeklerden bir cennet olan San İsidro Katedrali, Mitre Meydanı'ndaki açık hava pazarı ve buradan alıp avuç avuç yediğimiz ballı fıstık, Recoleta Mahallesi'ndeki pizzacıda bir türlü gelemeyen pizza, nefis Quilmes birası, neredeyse koca parkı tek başına dolduran dev ağaçlar (mübalağa etmiyorum, o kadar büyüktüler ki neredeyse ağacın kökü bu mahallede dalı diğer mahallede kadar dev ağaçlardı), hediyelik her türlü eşyanın üstünde resmi olan çizgi film karakteri Mafalda,
okyanusun yanıbaşındaki hava alanı, mis gibi kokan gül bahçeleriyle dolu Palermo Mahallesi, medialuna dedikleri kurvasanları, dulche de leche denen süt reçeleri, Arjantin kovboyları gauchoların pampa denilen uçsuz bucaksız çayırlarda besledikleri danalar unutulacak gibi değildi.





Daha önce başlamış  protesto gösterileri biz oradayken giderek arttı, hatta Cafe Tortoni'den otelimize dönerken, atılan ses ve sis bombalarının arasında kaldık, polis kordonu arasında otele ulaştık. Bizim arkamızdan da sınır bir süre turist geçişine kapatılmış. Arjantin hala geçmişiyle yüzleşmeye devam eden bir ülke... Eğer Latin Amerika'ya giderseniz, mutlaka Buenos Aires'e uğrayın, her gezgin bu şehri görmeli. Hatta gitmeden önce seyredin diye film önerilerim de var. 

Olimpo Garage
La Historia Oficial

















Bİ DE BUNLAR VAR

0 yorum