hekimanne gezerken

BOLİVYA

01:47

İsmini Simon Bolivar’dan alan ülke...BOLİVYA

Aslında bu kadar yolu İnkaları merak ettiğim için geldim. Gezi güzergahı, Kolombiya, Bolivya ve Peru’dan oluşuyor. Kolombiya’da tek durağımız var, başkent Bogota. Sanırım Bogota'nın geziye dahil edilmesinin nedeni, THY uçuşunun buraya yapılması, neyse gelmişken iki gün Bogota’yı da gezdik. Orayı gördüğüm kadarıyla başka bir yazımda anlatacağım.
Kolombiya’dan, önce Peru’ya oradan Bolivya’ya ve tekrar Peru’ya gittik. Hali hazırdaki şehirleri, yerleri de gördüm ama dedim ya gelme nedenim İnkaların ayak izlerini takip etmek. Aslında İnka Yolu denen bir yol var, toplam uzunluğu kırk bin km., Ekvator, Kolombiya, Peru, Bolivya ve Şili’den geçiyor. Bu yolun gezginleri ayrı, çok zor bir güzergah. Bir de daha kısa bir İnka Yolu var, onu Peru’yu yazarken anlatırım.

Yüksek irtifaya çıkmaktan korka korka,  Lima’dan uçağa bindik önce El Alto’ya gidiyoruz. El Alto 4300 m. yükseklikte, La Paz 3650 m. La Paz daha çukurda kaldığı için, çevre dağları aşıp uçak inemiyormuş. İki kent arasında 45 dakikalık virajlı bir yol var. 

Yükseklikten korkuyorum dedim ama alınacak tüm önlemleri aldım. Her gün bir diazomid içtim, bu ilaç kandaki potasyum seviyesini düşürdüğü için günde bir muz yedim, alkol almadım, zaten sigara içmiyorum, bol su içtim ve çok yavaş hareket ettim.
Ağustosun son haftasındayız, Güney yarımküre’nin kışı bitmek üzere ama hava keskin soğuk. Buz gibi bir havada, bir gece yarısı, El Alto’ya ardından da La Paz’a geldik.

La Paz, Bolivya'nın idari başkenti, kelime anlamı barış demekmiş. Barış deyince yanlış anlaşılmasın, barış içinde yaşanan bir kent olduğundan değil, sömürgeci iki İspanyol, burayı paylaşmak için önce savaşmışlar, sonra kendi aralarında barış imzalamışlar. Buna ithafen kentin adı barış olmuş. Yoksa ülkenin geçmişi ve şu anı fazlasıyla karışık. Hatta rehber yakın geçmiş tarihlerini anlatırken yok artık dedim, bir günde üç kez hükümet değişikliği olan siyasi geçmişleri var. Bu siyasi zeminde, en büyük sıkıntıları yolsuzluklarmış.

La Paz, El Alto’ya nazaran nispeten daha çok şehre benziyor. En azından bir meydanı var (Plaza Murillo), kolonyal mimarinin özelliklerini taşıyan eski İspanyol Mahallesi var, Aymaraların tüm folklorik ve kültürel özelliklerini taşıyan Cadı Pazarı var. 
Plaza Murillo



Cadı Pazarı


Cadı Pazarı



La Paz’ın alçak ve yüksek kesimleri arasında bin metre var, yani şehir derin bir çanak gibi, bu ilginç yapı toplumsal sınıfları da ayırmış, alçaklarda zenginler yaşarken, yüksek yamaçlarda yoksulların gecekonduları var.

El Alto karmakarışık, ana cadde haricinde yollar toz toprak çamur, gece geçerken fark etmemişim, ertesi gün Tiwanaku’ya (Tiahuanaco) giderken tekrar oradan geçtik, sefaleti bir de gündüz gözüyle gördüm. Tam biz geçerken pazar kurulmuştu, neredeyse tüm satıcılar kadın, kat kat geniş kabarık etekler giymişler, çoğu siyah küçük melon, bir kısmı da rengarenk şapkalar takmış. Pazarda İnanılmaz çok patates, mısır ve meyve vardı. Pazar yerinde, bir adam mikrofonla sürekli İspanyolca bir şeyler söylüyordu. Meğerse çocuklarınızı aşı yaptırmaya getirin diyormuş. 



Virajlı yoldan tırmana tırmana 4350 metreye çıktık. Başım ağrıyor mu, dönüyor mu, hava açlığı oluştu mu diye kendimi yokladım. Şükür bir şeyim yok. 

And Dağları’nın arasındaki yüksek rakımlı Bolivya yaylası (altiplano) üzerinde kurulmuş olan Tiwanaku antik buluntusuna doğru ilerliyoruz. Hava felaket rüzgarlı, bulutlar sanki kafama değecekmiş gibi, gök koyu lacivert, yükseklerin görüntüsü inanılmaz güzel. Görüş alanımızdaki üstleri karlarla kaplı, sıradağlar, yani Andlar, on beş milyon yıl önce oluşmuş. Bu bilgi bile heyecanlanmama yetiyor. 


Ve nihayet Tiwanaku’dayız. Burası bir tören ve tapınak alanı.  Önce Tiahuanaco ( İnkaların ataları) kültürünü incelemek için iki müze gezdik, bu alanda bulunan çoğu kum taşından yapılmış buluntuları gördük, sonra kaldığı kadarıyla açık alandaki tapınakların, asa tutan tanrı tasvirlerinin ve yekpare kayalara oyulmuş görkemli heykellerin arasında dolandık. Akapana Piramiti’nin sağlam kalan tek duvarına yaslanıp fotoğraf çektirdim. 


Duvarlarına taş kafaların yerleştirildiği yer altı tapınağı fazlasıyla ürperticiydi. 



Burada da tüm Güney Amerika'daki gibi üçlü yaşam kültü var. Üst, orta ve alt dünya tüm yaşamın kurallarını belirliyor. İlk İnka İmparatoru, güneşin oğlu Manko Capan’nın, Tiwanaku’da doğduğu miti var. Ama Peru’da Cusco’nun 30 km, doğusunda bir mağaradan, derin uykusundan uyanıp çıktığı da söyleniyor, hatta Titicaca Gölü’nün derinliklerinde yaşarken, bir gün yürüyüp dışarı çıkıverdi de deniyor. Mantık aramayın, bunlar mit.... yıllardır müspet bilimler alanında çalışmama rağmen mitleri çok severim, hatta bazen inanırım. Daha ayakları yere basan bir bilgi, Cusco’lu zengin bir tüccardan ve güneşin oğlu diye sevdiği oğlundan bahsediyor. Manko Capan belki de o çocuk. Her neyse, İnkalar bir aile, bizdeki Osmanoğulları gibi. Bir çok ülkeye, bir çok yerli kabileye İspanyollar gelinceye kadar hükmetmişler.

Tiwanaku’nun yüksek enerjili bir alan olduğunu okuyarak gitmiştim. Zaten bir yere yerleşmeden önce, şamanlar hallusinatifler alıp, uygun yeri seçerlermiş. Burası da enerjisi nedeniyle seçilmiş yer. Ancak hava o kadar soğuk ve rüzgarlı ki, hiç bir şey hissedemedim. Hava muhalefeti nedeniyle Tiwanaku zihnime enerjisiyle değil, yükseklerde bir ören yeri olarak kaydoldu.


Tiwanaku’nun tarihi M.Ö 800-500 le tarihleniyor, buluntular bizim coğrafyamızdaki  Göbeklitepe kültüne benziyor. Burası, orijinalini tam bilemedikleri için dağınık taşları toplayarak tekrar yapılan bir tapınak bölgesi, büyük bir dikdörtgen gibi, ismi Kalasasaya Tapınağı. Tapınağın en önemli bölümü güneş kapısı, kapının önünde durup, acaba güneş nereden nasıl doğuyor, kapının neresine vuruyor diye hesaplamaya çalışırken, yerel rehber, kapı yanlış yerde dedi, arkeologlar doğru yönü bulmuşlar ama artık böyle yerleştirildi, böyle kalıversin demişler. İnsanlar güneşe tapıyor, tapınak bölgesinin en önemli parçası güneş kapısı ama ters yöne bakıyor. 

Göbeklitepe’nin M.Ö 12000 ile tarihlendiği düşünülürse, Bolivya’dakilerin Anadolu coğrafyasındaki medeniyetlerden çok geri oldukları belli. Hatta o kadar ilkeller ki 14. yüzyılda İspanyollar geldiğinde, o zamanki yerleşik halk İnkalar’da hala yazı yok.
Tiwanaku dönüşü, belirli bir bölgeden sonra teleferiğe bindik, bu kez de Bolivya’nın fakirliğini yukarıdan gördük. Teleferik henüz bir yıllıkmış, Morales yapmış. Son başkanları Evo Morales’i sonsuz seviyorlar. O başkan olduktan sonra sosyal bir devrim başlamış, eğitim ve sağlık açısından ilerlemeler olmuş. 

Teleferico Rojo

Bolivya yerli nüfusu, başta Aymara’lar olmak üzere toplam nüfusun %64'üymüş. Beyazlarla evlenmezlermiş, soylarının karışmasını istemiyorlarmış. Yerlilerin Keçua (Quecha) kısmı daha çok Peru’da vadilerde yaşarken, Aymara’lar Bolivya’da tepelerde yaşıyor. İnka kültürünün baskın halkı da onlar. Bu dominant yerli halkın özgün kültürünü, İspanyollar etkileyememiş. Şu anda dünyada konuşulmaya devam eden en eski dil Aymara diliymiş (sanskritçeden bile eski). Şu anda yazı var ama İspanyol alfabesiyle Aymara dilinde yazıyorlar. Okuma yazma oranı Morales’den sonra son on yılda kısmen yükselmiş ama yine de çok düşük. Bu nedenle olsa gerek sözlü kültür çok baskın, bu da dillerini hiç değişmeden korumuş. Diller deyince tek yerli dili zannetmeyin, otuz yedi ayrı dil konuşuyorlarmış. Zaten Che Quevera’nın yakalanmasına da, onun saklanmasına yardım edecek yerlilerin birbirlerini anlamamaları neden olmuş. Che’nin öldürüldüğü ülke diye anılmaktan çok üzülüyorlarmış.

Altiplano platosunda irili ufaklı göller var. En görülüp gezilesi iki tane, ilki yeryüzünün en yüksek irtifalı gölü Titicaca, diğeri Uyumi tuz gölü. Ülkenin güney batısına inmediğimizden Uyumi’ye gitmedik. 

Titicaca Gölü’ne gelince, dediğim gibi yeryüzünün en yüksek gölü. Peru ve Bolivya topraklarında yer alıyor. Göl bir yerde o kadar inceliyor ki, sanki tek değil, iki göl var. Bu çok incelen yere Tiquina Boğazı deniyormuş. Gölün altını üstüne getiren bir programımız var. Sabah erken, henüz sis tam dağılmadan Huatajata’ya geldik ve tekne turumuz başladı. Göl deyip geçmeyin, ucu bucağı belli değil, derinliği iki yüz metreden fazla, içinde uzunluğu 1,5 metreyi bulan alabalıklar yaşıyormuş ama en ilginci on metre derinlikte yaşayan, hiç karaya çıkmayan, solungaçları olmayan, derilerinden nefes alan kurbağalarmış. Gölün ekosistemi ve canlıları o kadar ilginçmiş ki, Kaptan Cousteau yıllarca araştırma yapmış. Tabii ki kurbağaları görmedim ama alabalık yedim, bizim alabalıklarla alakası yoktu, çok lezzetliydi.
Gölde ilk durağımız And Kökenleri Ekoloji Köyü, Altiplano Müzesi’nin açık ve kapalı alanı var, tamamen turistler için dizayn edilmiş bir müze, balsa ağacından yapılmış tekneler, lamalar, alpakalar, yerli köyü örneği çok ilginçti, en ilginci balsadan yapılmış teknelerdi, ta o zamanlarda okyanus akıntılarıyla yolculuk yapılabileceğini ispat etmek için günümüzde bu teknelerin aynılarını yapmışlar. İşte Kon-Tiki, Ra 1, Ra 2 tekneleri Bolivyalı Aymaralar tarafından yapılmış. (Kon-Tiki teknesinin aslını Oslo’da görmüştüm, eski yazılarımda var. http://www.hekimanne.com/2017/07/kon-tiki.html) Şimdi bir grup Aymara Rusya’da Odessa’dalarmış. Bu kısım bizi de ilgilendiriyor, Bu teknelerle, Odessa’dan İskenderiye’ye demir götürülebildiğini ispat edecekler. 2019 temmuz yola çıkacaklarmış, ağustos ilk haftası Boğazlardan ve Marmara Denizi’nden geçecekler. 


Titicaca’daki İkinci durağımız, Ay Adası’ydı. Adanın en güzel manzaralı yerinde İnkalara ait bir  manastırın ( Inak Uyu - Güneş BakirelerinTapınağı)kalıntıları var. Mama Okla ve Manko Kapa (ana ve baba—toprak ve güneş) her şeyin olduğu gibi bakirelerin de koruyucusu, üreteni, bereketlendireni. Manastır onlar adına yapılmış ve kızlar burada her konuda eğitiliyorlarmış, bozulmadan kalmış bir duvarda bir ay takvimi vardı, toplam 28 günden oluşuyor ve kadındaki üreme siklusunu anlatıyormuş.




Üçüncü durağımız, Güneş Adası, kutsal bereket suyu kaynağının ve güneş tapınağı kalıntılarının bulunduğu manzarası muhteşem bir ada. İşte o leziz alabalığı bu adada yedim.




Kutsal suyu içenler oldu, ben içmedim ama başka bir ritüel var, onu yaptım. Bolivya’nın sembol çiçeklerinden birisi var, ağaçta yetişen küpe çiçeği gibi, ismini unuttum, ondan bir buket yapıp kutsal suya batırıyorlar (aslında bir İnka Şamanının batırması lazım da, bizimkini tekneci batırdı) çiçek buketini kafanın üstünde sallarken, kutsal su başını ıslatırken, şaman söylüyor, sen de tekrar ediyorsun.
Ama suya-Hırsızlık etme
Ama luya-Yalan söyleme
Ama keyya-Tembellik etme

Bu konularda söz verdikten sonra gerçek Copa Cabana’ya geldik ve tekneden indik. İskeleden hemen sonra, yavaş yavaş tırmanınca karşınıza dev bir kilise çıkıyor ve önünde süslenmiş onlarca araba. Araba aldıkları zaman sigorta ettirmek yerine böyle süsleyip kutsatmaya getiriyorlarmış. 

Bolivya kiliselerinin % 90’nında hristiyan rahip yokmuş, çünkü rahibi dinlemiyorlarmış, kiliseye tapınak olarak geliyorlar ama kendi ritüellerini yapıyorlarmış. Hristiyanların Meryem Ana’sını da almışlar kendi doğa anaları gibi ( pacha mamma) gibi giydirmişler. Titicaca’nın Bolivya tarafı bitti, şimdi Peru tarafına geçilecek. Copa Cabana dünyanın bir çok yerinde var ama ilk orijinali burasıymış, kelime anlamı “güzel suya bakan yer” 

Güzel suya, bu yakadan son kez bakıp yürüyerek Peru’ya geçtik........

Bİ DE BUNLAR VAR

0 yorum