hekimanne'den cennetin anahtarı

Ben bir masalım

15:47

Masal beni, ben de masalı seviyorum artık.






Öylece sürüklenirken, bir gün kendimi masalın içinde buluverdim. Orta yaşa adım atmış, güzelce bir kadın masal anlatıyordu. Uçuşan rengarenk elbiseler giymiş, başına da değişik bir şeyler sarmış, takıp takıştırmıştı. Görünüşü masaldı zaten, konuşmasına gerek yok demiştim kendi kendime.

Masallı ve masalsız günler, yıllar

Ben çocukken, anneannemin karanfil kokulu göğsüne yaslanır, puslu kısık sesiyle anlattığı masalları dinlerdim.''Masal masal maniki. Kuyruğu var on iki. On ikinin yarısı. Tilki sıçan derisi'' diye başlar. ''Masal masal martladı. İki fare atladı. Kurbağa kanatlandı. Tos vurdu bardağa. Çocuk çıktı çardağa.'' diye devam ederdi. Anneannemin masallarında, bol miktarda insan yiyen cadı, gökyüzünden bizi sürekli izleyen günah yazıcısı, aniden ortaya çıkan ateş çukurları, hiç bir yere çıkamadığın merdivenler, ısırınca seni taş eden güzeller güzeli meyveler olurdu. Annem kızardı, çocuğu korkutuyorsun diye. Halbuki hiç korkmazdım, hatta masal bitince, başımı gökyüzüne kaldırır, günah yazıcıya dil çıkarırdım.

Ardından benim masalları, masalların da beni sevmediği günler geldi geçti. Beynim öyle yorgun, ruhum o denli örselenmiş ve küskündü ki. Her şeye rağmen, çocuklarıma masal okurdum. Masalın asla okunmaması gerektiğini bilmiyordum sanırım. Masallar sadece derlemeciler tarafından yazılmalıydı, ama okunmak için değil, anlatılmak için. Gerçi arada, işten eve gelirken, cebimde bir parmak çocuk getirdiğimi söylerdim. Sonra cebimde arayıp bulamayınca, bulun onu derdim çocuklarıma. Biraz inanmaz gibi dururlardı ama onu bulmak için dört dönerlerdi. Ardından o parmak çocukla ilgili masallar dökülürdü dilimden. Sonra çocuklarım büyüdü, parmak çocuk cebimin derinliklerine çekildi. Ta ki günün birinde rengarenk masal kadınla karşılaşıncaya kadar.

-Feray dedi bana, masal anlatmak istiyor musun?

-Evet dedim, hem de çok.

-Başla o zaman dedi. Anlatmaya başla, olay, olay, olay ve başa dön mutlu bitir.

Başımı gökyüzüne kaldırdım, uzun yıllardır dil çıkarmadığım günah yazıcıya bir selam çaktım ve kendi masalımı anlatmaya başladım.

Benim masalımda da aynı anneannemin masalları gibi kötüler pek çoktu. Yaş alırken, hiç bir yere çıkmayan merdivenlere tırmandım durdum, içimi yakıp kavuran çukurlara düştüm, gözyaşlarımın selinden barajlar doldu. Tam göğsümün üstünde on tane öküz gezdirdim. Yani tam da masal kadının dediği gibi olay, olay, olay....Ve yine onun dediği gibi, başa döndüm, Meğerse her şey doğruymuş. Mutluluk oradaymış, Başlangıçta....Siz neredesiniz bilemem, olaydan olaya sürükleniyorsanız eğer, belki artık başa dönme zamanı gelmiştir.




Günlerden bir gündü, bin yıl süren

Yerlerden bir yer, hiç bir yere benzemeyen

Nihayet merdivenlerin sonu göründü

Ama o da ne? Ön, arka, sağ, sol tam on tane kapı

On kapının her birinde onar kilit vardı

Her birinin dibinde onar arslan bekliyordu

Sakin, sessiz, sarışın bir kız göründü sislerin ardından

Öyle, kral kızı falan değildi

Şatafatlı elbiseler, sihirli ayakkabılar, on küheylanın çektiği arabalar yoktu bu masalda

Kız o kadar yalnız, o kadar korkmuş ve ürkmüştü ki

On kapıdan birine doğru bir adım attı

Sen misin atan, arslan şahlandı

En keskin bıçaktan daha keskin dişlerini batırıverdi kızın o incecik koluna

Sonra.........




Size söylemiştim, masal yazılmaz, ben de masalımı yazmıyorum, anlatıyorum, Bin yıldan uzun süren günleri, kapı bekçisi arslanları, kapıların ardını anlatıyorum. Masal beni, ben de masalı seviyorum artık.



Bİ DE BUNLAR VAR

0 yorum