hekimanne gezerken

Sultanların sevdalısı EDİRNE

10:54



Eski Cami'nin yazısı, Üç şerefeli'nin kapısı, Selimiye'nin yapısı mutlaka görülmeli demiş gezginler. Buraları görmeden ölünmemeli.
Günübirlik bir kente gidiyorsanız, oraya yakın olmalısınız. İstanbul, Edirne'ye yakın. Erken yola çıkmalısınız. Arabamız tam sabah yedide hareket etti. Üşümeyi, terlemeyi, yorulmayı, ayakların isyanını göze almalısınız. Bunlara da tamam dedim ve üç buçuk saat süren bir yola revan olduk. Otobüs Çorlu'da mola verdi, rehberimiz mola öncesi aramızdaki hanımefendilerin ihtiyacı olabilir duralım dedi. Bazen çevredeki herkesin hekim olduğunu varsayıyorum herhalde, biz hekimler beraberken kuralsız konuşuruz biraz. Ben de rehbere, beyefendiler ne yapacaklar, onlar için de orman kenarında mı duracaksınız dedim. Neyse kadın, erkek ihtiyaç molası sonrası neşeli, fıkralı, eğlenceli bir Edirne girişi yaşadık.
Bir dünya mirası Selimiye


Edirne'ye hoşgeldiniz yazısının yanından bile görünüyor Selimiye. Mimar Sinan'ın 2. Selim ( Sarhoş Selim, Sarı Selim) için yaptığı camii. Gerçi Selim'in ömrü vefa etmemiş, bitmiş halini görmemiş. Selimiye Camisi bir Selatin camisi. Selatin camisini sadece Sultanlar yaptırabiliyormuş ve kullanılan para devletin parası olmayacakmış, ya savaş ganimeti olacak ya da sultanın kendi parası olacak. İşte Selimiye Kıbrıs'ın fethinde elde edilen ganimetle yapılmış. O kadar çok mimari özellik var ki, bunlar ayrıntı ama rehberin dediğine göre Ayasofya dahil, hiç bir tapınakta böyle bir tek kubbe yok. Yaparken Mimar Sinan seksen yaşındaymış ve bilindiği gibi ustalık eserim demiş buraya. Dünya mimarlık tarihinin baş yapıtlarından sayılan bu yapı kesinlikle görülmeli. Zaten Unesco Dünya Mirası Listesinde yer alıyor. İçi muhteşem, boydan boya İznik çinileri ile döşeli, taşlar birçok yerden gelmiş, Kıbrıs'dan, Kavala'dan, Edirne'den. Hatta Mimar Sinan'ın yazdıklarında Kıbrıs'dan ve Atina'dan getirilen sütunlar için Mısır hazinesi kadar para harcandı yazmaktaymış. Pek çok süslemede diğer inanışlarda da kullanılan sihirli halka çarkı felekler var. Sonsuzluk isteğini anlatan bu ifade,inanış ayırt etmiyor demek ki. Kök boyalı ahşaplar, rivayete göre Sinan'ın ölen torunu için yapılan ters ve renksiz lale, sultan mahfilinden çalınan elma çinileri ( 1878 Osmanlı-Rus harbin'de sökülüp çalınan çiniler şu anda Saint Petersburg'da müzede sergilenmekteymiş).........Öyle çok Selimiye hikayesi var ki.
Gez gez bitmeyen Edirne
Edirne'de pek çok cami var ama bunlardan üçü ünlü. Birincisi Selimiye, ikincisi Üç şerefeli cami, üçüncüsü Eski ( Ulu) cami. Selimiye dışındakiler Osmanlı'nın Fetret döneminde yapılmış, Ne başlama tarihleri, ne bitirilmeleri, ne de kimlerin yaptıkları kesin değil. Çelebi kardeşler arasındaki taht kavgası sırasında birisi başlamış, diğeri bitirmiş. Üç şerefeli camide dört minare var, hepsi de farklı ve başka dönemlerde yapılmış. Eski cami'nin iç duvarlarındaki yazılar görülmeye değer.
Bunların dışında görülmesi gerekenler, 2. yüzyıldan kalma Hadrian kulesi, şu anda da kullanılan 1890 da yapılmış Selçuklu mimarisinin zerafetini taşıyan Edirne Belediye binası ( ki bu binada Sultan Reşat, Rus çarı, Bulgar kralı kalmışlar), Fatih'in büyük halasının kurduğu Fatma Hatun mahallesi, Şükrü Paşa anıtı  (Zavallı Paşa Bulgar saldırılarına karşı şehri bir ay savunması istenmiş ama söz verilen yardım gelmemiş, buna rağmen Paşa şehri beş buçuk ay savunmuş, açlık başlamış, erzak tükenmiş, o da şehrin anahtarını Bulgarlara vermiş, İstanbul'a dönünce de teslim oldun diye cezalandırılmış), Avrupa'nın en büyük Sinagogu ( yeni restore edilmiş ve özel izinle gezebildik) Edirne Tren İstasyonu( Şu anda Trakya Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi) Fakültenin önünden dümdüz aşağı yürüyünce karşımıza üç değişik boyda diktörtgen taşın oluşturduğu Lozan Anıtı çıkıyor. Taşlardan uzun olanı Anadolu,orta boyda olanı Trakya, en kısa olanı da Lozan anlaşmasıyla kazandığımız Karaağa'cı simgeliyormuş.Yunanistan Lozan anlaşmasıyla Karaağacı savaş tazminatı olarak bize vermiş. Sular içinde bir şehir Edirne,Meriç ve Tunca nehirleri, bunların kolları orada burada akıyor. Biz gitmeden bir kaç gün önce Bulgaristan baraj kapaklarını açtığı için nehirler taşmıştı. Yolları su bastığı için tarihi köprüleri araç trafiğine açmışlar, böylece o köprülerden geçme fırsatımız oldu. Ama aynı nedenle Kırkpınar güreş alanını gezemedik, sulardan oralara geçemedik.



En batıdaki başkent

Edirne doksan iki yıl Osmanlı'ya başkentlik yapmış. Başkent İstanbul olduktan sonra da Sultanlar Edirne'yi hep sevmişler. Avlanmaya, saklanmaya, dinlenmeye, beklemeye....her nedenle gelip kalmışlar. Sultan gelir de, nerede kalır? Sarayda tabi, Edirne'de bir saray olmalıydı ama yok. daha doğrusu kalıntıları var, bir kule ve mutfak kısmı kalmış günümüze. Balkan savaşları sırasında sarayın içine silah ve cephanelik doldurulmuş. Fakat işler beklendiği gibi gitmeyince, Osmanlı yenilip çekilmek zorunda kalınca, cephaneleri patlatmışız, sarayımızı kendimiz yıkmışız yani.
Beyazıt Külliyesi ve Sağlık Müzesi

1488 de 2. Beyazıt yaptırmış, Külliye'nin en önemli bölümü şifahanesi ve tıp medresesi. 400 yıl aralıksız her türlü hastaya şifa dağıtmış. 1878 Osmanlı-Rus savaşı sonrası sadece ruh hastalıkları için kullanılmış.Geçmişte hastaların müzik, su sesi ve güzel kokularla tedavi edildikleri bir tarihi mekân burası. 1997 de Trakya Üniversitesi tarafından Sağlık Müzesi olarak düzenlenmiş. Selimiye'den sonra Edirne'de en çok ziyaret edilen ikinci mekanmış ve 2004 de Avrupa Konseyi müze ödülünü almış
Neler Yedim

Selimiye'nin çevresi külliyenin diğer yapılarıyla çevrili tam yanında benzer mimaride daha sonra eklenmiş Arasta var, Arasta ve Rüstem Paşa çarşısı sıra sıra rengarenk dükkanlarla dolu. Buranın olmazsa olmazı, badem ezmesi, kavala kurabiyesi ( bademli, tereyağlı, küçük hilaller şeklinde un kurabiyesi), kallavi kurabiye( şam fıstığı, bal ve zerdeçal karışımı acı badem kurabiyesinin benzeri), şekerlemeler ve lokumlar.  Edirne'nin hediyeliği bunlar, hepsinden aldım tabi, kalori hesabı yapmadan da yedim. Karaağaç'da Meriç Nehrinin kıyısında sıra sıra yemek yiyebileceğiniz mekanlar var. Biz Lalezar' da yedik. Tabi ki Edirne'nin ünlü tava ciğerini yedik. Yağmurlardan mı, yoksa baraj kapakları açıldığı için mi bilmem Meriç'in suları bulanıktı. Ciğer güzeldi, biraz yağlı ve ağır bir yiyecek ama kırk yılda bir olur bu kadar dedim ve yedim.


Bİ DE BUNLAR VAR

0 yorum