hekimanne'den cennetin anahtarı

Kendimle hasbihal

13:52

İçinde tema olmayan, mesaj barındırmayan bir şeyler düşünmek ve yazmak istiyorum Geçen gün, büyük kızımla, mutfaktaki masada oturmuş, çay içiyorduk. Çay bahane aslında, konuşuyoruz oradan, buradan. Bir mülk var, satıcam onu dedim, tabi anne sat dedi, harca parasını, sakın miras bırakma dedi. Miras deyince, ölüm geldi aklıma. Arada aklıma geliyor. Çoğu kez uçakta geliyor. Amann ne olacak düşsün, ölürüm bir şey olmaz diyorum, bazen uçaktaki vız vız ağlayan bebeklere acıyorum. Aileden gelme bir öğreti var, yatarken iç çamaşırınızı değiştirin, tertemiz yatın, gece ölünürse, sizi temiz bulsunlar. Yani ölümü hep düşünün öğretisi. Uzun yıllar yaşayacağımı düşünerek, sürekli yaşam planı yapıyorum. Plan deyince günlük şeyler değil. Mesela, bazı hayvanları yakından görmek istiyorum,
Çin seddine oturmak istiyorum. Yani önce set boyunca yürümek, sonra oturmak gibi. Kapadokya'da balona kesin bineceğim, İzlanda'yı görmedim, oradan fışkıran sıcak sularda yıkanmak istiyorum. Kuzey ışıkları ve kiraz çiçekleri'ni hayal ettim ve bu yıl oluyorlar.


Yaşarken böyle planlar yaparım ama günlük plan sevmiyorum. Rutinin genel hatlarını severim, ama ayrıntılar hep sürprizdir.

Yıllarca mahkum gibi hissettim kendimi. Bu tamamen benimle ilgili bir his, şartlarla alakası yok. Tatilde, ailemle, para kazanırken, işim çok iyiyken de hissettim bu duyguyu. Yıllarca hiç samimi olamadım mesela, sevmediğim ve küçümsediğim bir adamla yaşadım. Onu kullandım sanki biraz. Ya bir gün temiz iç çamaşırıyla, derli toplu yatağa girseydim ve ölseydim. Beni bulanlar, tertemiz bulacaklardı ama o samimiyetsizliği hiç anlamayacaklardı. Ölüme gerek yok, dirimi görenlerde anlamadı zaten. Şimdilerde nasıl ödev verilir bilmiyorum, ben ilk okuldayken, cümleleri onar kez yazdırırlardı, Ali topu tutar, Oya ip atlardı, Kaya'da bir şey yapardı onu unuttum. Eski günlüklerime bakarken gördüm, tam 132 ( yazıyla yüz otuz iki) kez imdat yazmışım. Sadece benim okuduğum bir günlükte, yardım çağrısında bulunuyorum. İşe yaradı mı? Evet, tuttum elimden. Şimdilerde sabah uyanıp, hemen mutfağa gidiyorum, mesele açlık değil, ritüel. Çay demlemek, kendi elimi tutmak gibi, buradayım, defalarca imdat yazmana gerek yok demek gibi. Sonra diş duş faslı. Çay mutfakta kaynarken, sanki kapıya onlarca güvenlik dizmişim, bankalar benim paraları koyacak yer bulamıyor, çok önemli bir hastalığın ilacını bulmuşum gibi. Çay suyunun cızırtısı bu anlamlara geliyor. Tercümesi bu. Her şeyin değişiğini seviyorum da ,değişik tatlara kapalıyım. Yedim içtim, beğendiklerimi seçtim, bundan sonra sadece sevdiklerimi yiyeceğim. En sevdiklerimden birisi ekmek kabuğu mesela.
Bir yerde ünlü bir Fransız ahçının yaptığı soslu, moslu bir atraksiyon, diğer yanda ekmek kabuğu var. Ben o kabuğu istiyorum, çıtır, çıtır. Sonra limon lazım, taze limon.
Bahçem olduğu yıllarda hep limon ağacım olsun diye uğraştım. Bir türlü büyüyemedi fidan. Yıllarca aynı kaldı, ya çiçek açmadı, açanlar rüzgara dayanamadı. Yazarken, öyle-böyle-işte-falan-şey....kullanmayın diyorlar. Neden kullanılmıyorsa? Bir yazımı, edebiyattan anlayan, sanırım birkaç kitabı olan bir hoca okumuştu. Çıkarmam gereken kelimelerin üstünü çizmiş, cümle akışını değiştirmiş. Bunlara dikkat ederek tekrar yazın ama konuya sadık kalın dedi. Yapamadım, düzeltemedim. Hem neden düzelteyim ki, neden kendime karıştırtayım ki. Onun için blog yazısı yazmayı seviyorum. Hem yazar, hem editörüm. Bu öyle bir yazı işte, tema yok, mesaj yok. Yazı değil aslında, sohbet, hasbihal etmek bu. Hasbihal arapça kökenli bir kelime, durum değerlendirmesi demekmiş. Durum değerlendirmesi, hasar tespiti gibi.

Bir de pembe, sarı, turuncu çiçekler seviyorum, perdede, fincanda, çay kutusunda olabilir. Hani birisini küçümserken, ne bu böyle, basit basit, hayatta sadece çiçek böcek yok deniyor ya. Hayatta aslında sadece çiçek ve böcek var. Bu yazıda mesaj yok dedim ama bu cümle mesaj oldu sanki.

Bİ DE BUNLAR VAR

0 yorum