hekimanne'den cennetin anahtarı

Ömür uzatmak mı? Çok basit

13:29

Ömrümü uzatmayı öğrendim


  Uçaktayken bulutlara bakarım, içlerinde yürüdüğümü, yuvarlandığımı hayal ederim. Bahar çiçeği pembesi pamuk helvalarla büründüğümü, biraz yiyip, biraz avuçladığımı düşünür, o lezzeti damağımda hissederim. Denizin en dibine dalıp, o karanlıklarda görebildiğimi, nefes alabildiğimi, herkesin masal sandığı denizaltı krallığını bulduğumu farzederim ve o anda hafif titrerim. Bazen en yüce dağın, en tepesindeki kartal yuvasında, bağdaş kurup oturur, rüzgarın keyfini çıkarırım. Bunları ben, ben Feray yapabilirim. Nasıl mı?  Biraz abartmış olabilirim ama bunların benzerlerini yapmayı düşünmeye bolca vaktim var. Çünkü ömrümü uzatmayı öğrendim.

  İnsan hayatının beş dekadını yaşadım. İlk yirmi yıl gerçekten çok hoştu, dersleri severdim, okumayı, piknik yapmayı, sinemaya gitmeyi çok çok severdim. İkide bir aşık olurdum, kalbim güm güm, sarı saçlarımı savurtur gezerdim. Ne olduysa sonra oldu, bu sadece bana olmadı, hepimize oldu. Bir meslek öğrenmeliyim, öğrendiğim işi yapmalıyım, para kazanmalıyım, karnımı doyurmalıyım, başımda bir çatı olmalı, üremeliyim. Bu dipsiz kuyuya herkes gibi düştüm. İşte bu kuyuda bulut yok, pamuk helva yok, denizaltı ve dağ zirvesi yok.

  Kuyu süreci ömrümün otuz yılını daha aldı. Oyunu kurallarına göre oynadım. Meslek öğrendim, iş, aş, üreme derken kuyuya alıştım. İlk yirmi yılın heyecanını unuttum. Kuyunun süreklileri, özellikle kadınlar olayımız budur dediler. Sonra gördüm ki, bu anlamsız süreç sadece bizi boğmuyor, kahrolası toplumun değerlerini,çocuklarımızı kobay olarak kullanıp devam ettiriyor ve onların bulutların üstünde olması gereken ilk yirmi yıllarını mahvediyoruz . Hatta kendi yapamadıklarımızı da onlara yaptırıp, geçmişte kendimiz için eksik kaldığını düşündüklerimizi tazmin etmeyi planlıyoruz. Bunu da yemedim yedirdim, giymedim giydirdim ruh haliyle yapıyoruz. İşte otuzun sonlarından, kırkın sonlarına kadar geçen süreç, başkasının hayatını dizayn ederek, diğerleriyle yarışma, bundan haz alma, kendini bir diğerinin sırtından ispat etme süreci. Bu da neyin nesi demeyin. Bunlar çocuklarımızı götürdüğümüz bilimum dersler, kurslar, onları maruz bıraktığımız sınav travmaları. Daha akıllı, daha zeki, daha güzel, daha yetenekli, daha sportmen, daha zengin, daha daha  olmaları yarışı.

  Sonrası, kuyuda kalabilirsin, kalan çok zaten. Çocuklarına yaptığın  kötülük yetmezmiş gibi torunlarına el atabilirsin. Gözün doymayabilir, paranın satın alacağı şeylerin ucu bucağı yok ki.
 Ama temel içgüdü içerilerden bir yerden dürter durur. O dürter sen sıkılırsın, o dürter senin ensen, sırtın, başın, miden ağrır, o dürter senin uykuların kaçar, ya da yataktan evden çıkasın gelmez, o dürter sen çevrene sararsın, hiç bir şey hora geçmez, eksik ararsın.

  Eksik ne? Buldum zanneder, çevreni genişletirsin. Sosyal medya ne güne duruyor, tüm dönemlerin okul arkadaşları, eski komşuların, ahbapların, sadece selamın olanlar, hatta selamın bile olmayanları aynı potada eritirsin. Al sana çevre, ayağını taş alsa çil yavrusu gibi dağılıp gidecek ruhsuz bir güruh.

  İşte beşinci dekad, yani ellili yaşlar bunun için çok önemli. Labirentte dolaşıp durmamak için, sürekli aynı tip duvarlara toslamamak için, çocuklara daha çok zarar vermemek için, torunlara örnek olmak için, kuyudan çıkacaksınız.
  İlk birkaç ay resmen sarhoşluk gibi. Yatsan yatılmıyor, kalksan yürünmüyor, açsın ama miden almıyor gibi. Hemen, acilen kuyu dışındakileri bul. Bul dediysem, birkaç kişi yeter. Geçmiştekiler, geçmişte kalsın. Kişinin kuyu dışında olduğunu nasıl mı anlarsın? Anlarsın kolay, eğer yanında kahkahayla gülüyorsan, ileri geri konuşuyorsan, burnunu çeke çeke ağlayabiliyorsan, ayrıldıktan sonra onu özlüyorsan, doğru kişi bu işte. Cinsiyeti, yaşı, işi, aşı önemsiz. Kuyu dışı insanlar birbirlerini aradıkları için kolay buluşuyorlar. Ama burada da kuyudaki yüzeyselliği, aç gözlülüğü devam ettirme riski var. Çözüm basit, küçülün. Dünyanın en kalabalık ve en büyük şehrindeyseniz bile küçülün. İhtiyaçlarınızı, çevrenizi, beklentilerinizi küçültün. Bu bir fizik kuralı, zaman sabittir, hiç durmadan akar. Eğer, zamanın aktığı alanı ve alandaki kişi sayısını azaltırsanız, ihtiyaç listenizi minimale indirirseniz; Alan başına, kişi başına, ihtiyaç başına düşen zaman artar, yani daha uzun yaşarsınız. Zaten kuyuda yalan yanlış yıllar kaybetmişsiniz, zamanı har vurup harman savurmuşsunuz, o zaman küçük dokunuşlar zamanındayız, yani beşinci dekaddayız. Altıncı dekad altın yıllarımız, bulutlarda zıplayıp, pamuk helvalara bulanacağımız yıllar. Hadi o zaman.....

Bİ DE BUNLAR VAR

1 yorum

  1. Gerçekler acı ama doğru keşke İsviçre gibi refah bir ülkede yaşasaydık

    YanıtlaSil