hekimanne'den cennetin anahtarı

Kestane demek

21:55

Bazen insanların büyük büyük dertlerinden bıkıyorum. Ben küçük küçük mutlulukların kadınıyım. Büyük büyük dertleri bir yana bırakıyorum. Ölüm dışında hepsine bir şekilde çare var. Hem de konumuz dert edilenler değil, ufacık mutluluklar.


Geçen gün işten dönerken markete girdim. Marketin manav kısmında bir şey gördüm, kalbim birden ısındı, gözlerim yaşardı, bir hoş oldum. Merak ettiniz değil mi?? Ben ne gördüm?? Koyu kahverengi, parlak, parlak kestaneler önümde ve gözlerimde nem...... kestane candır, fazla yediğim zaman reflüm artıyor ama kestane candır.

Kestane deyince aklıma ananemin mutfağındaki kuzine gelir, tahinli sıcak çörek gelir, küçük kızımın yaktığı rengarenk mumlar gelir, banyodan sonra el öpmeler, karşılığında söylenen sıhhatler olsun cümlesi gelir. Bu aklıma gelince kahkahalarla gülerim, yıllarca bu lafı saatler olsun diye anladım ve neden böyle söylüyorlar demedim.

Kestane beni astral seyahate de çıkarır, onunla karlı kış akşamlarına gideriz, dışarının buz gibiliğine tezat, sıcak bir odada kitap okumak demektir kestane. Kitap, olmazsa olmaz Rus klasiklerinden birisi, kahramanın ismi de Andrea Sergeyoviç Pyotr Astapova olsun. Ağzımda kestanenin lezzeti, sadece kahramanın adı bile heyecanlanmaya yeterken, gözüm sıcak odanın bir köşesinde, orman desenli goblen kumaşla kaplanmış berjer koltuğun yanındaki sepete takılır.

İşte kestane bu sepet demektir. Sepetin içi rengarenk yünler, şişler, örgü modelleri ile doludur. Ben çok güzel örgü örerim, ilk öğrendiğim zaman desen desen atkılar örerdim, sonra çocuklarıma yelekler, patikler ördüm. Sepeti orada bırakıp, kaynamaktan kızarmış ıhlamuru yudumlar Andrea Sergeyoviç Pyotr Astapova’nın maceralarını okumaya devam ederim.

Sayfayı her çevirişimde kitap kokusu yüzüme yayılır, beni aşar, duvarı aşar, dışarılara taşar. Kokuyla beraber ben de duvardan geçer, St. Petersburg sokaklarından birinde hızla giden yaylı at arabasına binerim, kalın battaniyeyi boğazıma kadar çeker kendimi arabacının kontrolüne bırakırım. Daha kahramanın adını aklımda tutamazken, arabacının adını sormaya çekinirim. Deli Petro’nun bu şehri neden bataklığın ortasına kurduğuna kafa yorarken, araba durur, çıkırt çıkırt bir ses.... çıkırt çıkırt ve bir şıkırtı.....şıkır şıkır

Kestane demek mucize demektir, onun için arabadan İznaga’da inerim. Orası da, neresiymiş demeyin. Mucize bu işte, dünyanın bir ucundan diğer ucuna kitabın kokusunu takip edip geldim. Kestane demek hayal demek, çıkırt çıkırt çalışan pres makinasının başında koyu renk tenli bir adam var, ismi Ernesto Puigmarti Samez. Şeker kamışı presliyor, şıkır şıkır sesi şeker kamışı suyunun sesi. Yani kestane denince aklıma şeker kamışı suyu gelir.

Hani ucuz battaniyeler vardır, çirkin desenli ve çirkin renkli. Ben çocukken, genç kızken, hatta çocuklarım küçükken onlardan her evde vardı. Bizimki kestane rengiydi, öyle sevimsizdi ki onu rengi bile kurtaramıyordu. Sonra eskidi, silkelenmekten, yıkanmaktan yoşudu, eni konu yumuşadı, güzelleşti. Taşınmaların birinde kaybolup gitti. Kestane demek taşınmak demektir. Yeni bir gökyüzü, yeni bir günaydın, yeni bir nefes gibi taşınmak. Kendine ya da kendinden taşınmak.

Kestane kardeşlerim demektir. Ortamıza bir tencere haşlanmış kestaneyi koyarız. İşte orada hiç büyümeyen üç kız çocuğunun hayalleri, umutları, kahkahaları, içi boşalmış kestane kabuklarına karışır. Yüreklerimiz Florina’ya gider. Hatta bu yıl bedenlerimiz de gitti. Orada derenin kıyısına oturur, ay yüzlü babamızı düşünürüz. Kestane sıla demektir. Adı üstünde sıla, bedenini götürüp, yollarında yürüsen bile gitmiş olmazsın, hiçbir şey eskisi gibi değildir, o şehrin ismi aynıdır ama aradığın yer değildir.

Kestane, bir kedinin mırlaması, bir köpeğin sevinçle kuyruk sallamasıdır. Balkondan ceviz kaçıran kargadır, martının çığlığıdır ve yoldan geçen bozacının akordsuz sesidir. Kestane demek, dikkat dikkat piko makinası evinize geldi cümlesidir. Bu cümle benim cümlemdir, oturduğum tüm şehirlerde yoldan geçen bir arabanın mikrofonundan söylenen bir cümledir. Piko makinası nedir, hangi eve gelmiştir bilmem ama benim cümlemdir, benim içimi ısıtır.

Kestane demek, kızımla kurabiye yapmak demektir, ellerimizdeki hamura değişik şekiller vermek, mutfağı deli gibi dağıtmak, evi mis gibi kokutmaktır. Kurabiye kokusuna, demli çay kokusunun karışmasıdır. Kestane salıncağa binmektir, rüzgarı yüzüne yiye yiye sallanmak, durup durup yine sallanmaktır.

Biliyor musunuz, bu küçük mutlulukları yazarak, tüm kağıtları bitirebilir, tüm kalemleri tüketebilirim. Söyledim ya, ben küçük mutlulukların kadınıyım.......

Bİ DE BUNLAR VAR

0 yorum