hekimanne'den cennetin anahtarı

Beni Tanıyor musunuz?

20:26


Yine sonbahar geldi ve yine derin düşüncelere daldım. Bazen dümdüz yaşayıp gidiyorum, sabah uyanıyorum, hızla hazırlanıp kahvaltı ediyorum, kahvaltı dedimse hafta sonları dışında basit atıştırmalar ama çok çay içiyorum, son çayımı da minicik balkonumda içiyorum. Yaprakların arasından komşu evi ve havuzunun mavisini görünce seviniyorum, suyun çeşme suyu olduğunu biliyorum, mavi rengi kimyasalların verdiğini biliyorum ama yine de mavi suya doğal muamelesi yapıp heyecanlanıyorum.
Sonra hızla işe gidiyorum. İş kısmını hiç anlatmayacağım, orada yaptığım şeylerde insan hikayeleri var. Komik olanlar da var ama çoğu acı dolu. Öyle böyle değil derin acı içeriyor ve yaşayan kişilere özel, yani burada yazamayacağım gizli olaylar, saklı duygular.... otuz yedi yıldır bunların yaşandığı odaya girip çıkıyorum ve kendimi yaşananların dışında tutmayı başardım. Acaba başardım mı? Her neyse, işten çıkıp tekrar kendi gerçeğimle başbaşa kalınca etrafa bakıyorum, insanların birbirlerinden uzaklıklarına, dokunmalarına, dokunur gibi yapmalarına...
Birden ben de onlara karışıyorum, genelde ya uzak duruyorum, ya da sadece dokunur gibi yapıyorum. Yatma saatine kadar geçen sürede  olanı biteni fazla düşünmek istemiyorum. Ama istemesem de bir soru kendini sorup, cevabı için beynimin kıvrımlarına dalıyor. Cevap istiyor, cevabı ben de bilmiyorum diyorum, kabul etmiyor, saatin tiktakları gibi beynimin bölümleri arasında dolanıp duruyor. O zaman cevabı okuduğum kitaplara soruyorum.....
Son aylarda cevabının peşinden koşan bir soru vardı. Soruyu tam dillendiremiyorum. İlk önce ben bireysel haz, tatmin, yeterlilik konusunda Feray’a karşı sorumluyum, gerisi beni bağlamaz, her koyun kendi bacağından asılır dedim ve kendimi rahat hissettim. Bunu yapmayı çok iyi beceriyorum, çünkü bu konuda bir çok programa katılmıştım, hatta sonunda sertifika veren programlar. Sertifikalar bu öğretiden geri dönmeyi engelleyecek barikatlardı.
Ama yetmediler, bir gün uyandım ve tüm barikatı ezip geçmiş bir anksiyetenin yüzünü yıkadım, dişini fırçaladım, ete kemiğe bürünmüş anksiyete, küçük balkonda çayını yudumlayıp suni mavi su birikintisine baktı. O gün, kişisel hazzın ağır bir yük olduğunu hissettim ve elimdekilere baktım.
Taa hatırladığım yaşlardan beri biriktirdiğim her şeyi elimden almışlardı. Sokakta oynayan çocuklar ellerinde telefonlarıyla evlere kapanmışlardı, okullar parayla alınıp satılan mekanik yerlerdi. Dersler, sınıf geçmeler, karneler, çocuk şarkıları değişmişti. Bunlar hangi ara değişti acaba? Sonrası benzerdi, hiç kimse bulunduğu noktadan, yaptığı işten yüzde yüz memnun değildi ama az ya da çok nefret ettikleri işleriyle tek vücut olmuşlardı. Neye sahiplerse onları kaybetmekten korkan, kaba saba bir kalabalığın içinde kalmıştım. Bu kalabalığın bir parçası olduğumu hissettiğim yıllarda, sanırım kırkların başındaydım, kaybetmekten ödüm patlayan şeyleri sırasıyla bıraktım. Kolay mı oldu dersiniz, biliyorum dersiniz. Bunları her anlattığımda zor olmadı mı, canın yanmadı mı diye soruyorlar. Hayır zor olmadı, aksine bir tüy gibi hafifledim.
Sonra da toplumun yükü dediğim, bıraktığım, vazgeçtiğim, şu anda bile ne olduklarını tam hatırlayamadığım şeylerden boşalan yerleri haz vericilerle doldurdum. Bunların da ileride bana yapışıp kalacaklarını hatırlayıp, hızla oradan uzaklaştım. Cevap arayan soru tam da bu aşamada beynime sızdı.
Sorularımın cevaplarının kitaplarda olduğunu biliyorum. Zaten yazarlık bu demek, herhangi bir zaman diliminde, herhangi bir kişiye sorulması muhtemel sorunun cevabını bilip bunu yazmak demek. Benim cevabımı da yazmışlar.
Cevabım şuydu.....üçünüzün arasındaki mesafe çok açılmış, seni rahatsız eden bu. Üçümüz kim? Biliyorum merak ettiniz. Siz, üç kişiden birisini tanıyorsunuz, o birisi benim. Diğer ikisi de benim. Siz, toplumun ben sandığı kişiyi tanıyorsunuz. İkinci kişi gerçek ben, üçüncü kişi de olmak istediğim ben.
İşte bu üçlü arasındaki mesafe artınca ben sabahları anksiyeteye çay koyuyorum.
Bu üçlü aynı izdüşümdeymiş gibi hiç mesafesiz olabilir mi? Asla olmaz ama aralarındaki mesafe moral sınırını geçince üçünün de canı yanar, üçünün de içi kanar.
Bu mesafeyi azaltmalıyım....Meğerse olmak istediğim benin imkansızlıklarına sırtımı dönüp, sizlerin ben zannettiğiniz kişinin hazlarıyla fazlaca hemhal olmuşum.
Son günlerde kapalı kapılarımın ardında gerçek ben, olmak istediğim beni seviyor, teselli ediyor, onarıyor.
İşte böyle dostlarım, ailem, çocuklarım Feray’ı tanıdığınızı sanıyorsunuz ya.... hayır tanımıyorsunuz.

Bİ DE BUNLAR VAR

0 yorum