hekimanne gezerken

Uçtu Uçtu Feray Uçtu

15:03

Güzel atlar ülkesinde uçmak
Ölmeden önce yapılacak yüz şey klişesini hem severim, hem de sevmem. Sevmeme nedenimi, hayat bu kadar basit mi, yapılacak milyonlarca şey varken neden sadece yüze indirelim diye açıklayabilirim. Ama yine de ortalarda dolaşan, ufak tefek değişikliklere rağmen, genelde aynı olan listeyi inceledim.Listede gidilecek yerler, yenilecek şeyler, yapılacak işlevler ...vs. var. Baktığım tüm listelerde asla değişmeyen bir yapılacak şey var ki, işte ben tam da onu yaptım. Balona bindim.....


Kapadokya, namı diğer Güzel Atlar Ülkesi, çukurda konumlanmış bir coğrafya olduğu için çevredeki hakim rüzgarlardan etkilenmiyormuş. Bu nedenle de dünyada balon turu yapılabilecek en uygun bölgeymiş. Otuzun üstünde balon firması var. Reklamlarını okursanız, hepsi kendinin en iyi, en güvenli olduğunu iddia ediyor. Ancak tümünün uyması gereken kriterler aynı, teknik şartnameleri aynı, çalışanlar aynı okullardan daha doğrusu kurs gibi, sertifika programı gibi bir eğitimden geçmişler. Yani hepsi birbirine benzer, ücretleri de aşağı yukarı eşit.

Benim seyahat acentam biletimi Atmosfer Balon'dan almış. Balonların hepsi aynı dedim de tek farkları var, renkleri. Atmosfer Balon kurulduğu zaman ne renk yapalım demişler, sahibi ve çalışanlar Fenerbahçe'li oldukları için, şirketin tüm balonları sarı lacivert. Ben Beşiktaş'lıyım ama ne yapabilirim, siyah-beyaz balon vardı da ben mi binmedim?

Sabah beşte kalkmak, en geç altıda balon alanında olmak lazım. Bu ayrıntıların tümü planlanmış, otelinizden alınıyorsunuz, hafif kahvaltılık ikram ediliyor ve balon alanına getiriliyorsunuz. Buraya kadar iyi hoş. Sabaha karşı, henüz hava alacakaranlık, balonların kimisi öylece yerde yatıyor, kimisi alevler içinde havalanmaya başlamış, görüntüye bakıp sadece aman tanrım, aman tanrım, bu ne, aman tanrımmm diyorsunuz.

Balonumuzun yer görevlisi biniş için yardım etti ve hoppp sepetin içindeyim. Sepetin ortasında balon pilotu, dört bir yanında dört adet dev sanayi tüpü, pistonu çektikçe dev alevler balonun içine yayılıyor. Nasıl oluyor da bez tutuşmuyor, sadece gaz olup balonu şişiriyor anlaşılacak gibi değil. Ve hafifçe sarsılarak yerden kalkınca, amannn diyorum, nasılsa nasıl, yanmıyor işte. Yükselmeye devam ediyoruz, yeni yeni yapraklanan elma ağaçlarını, bağları, masmavi akan Kızılırmak'ı tam altımızda bırakıyoruz, yavaş yavaş tüm balonlar havalanıyor, sanıyorum yüze yakın balon var, kimisiyle öyle yakınız ki korka korka birbirimize el sallıyoruz. Pilotumuz çarpışmamak için sürekli diğer pilotlarla telsizle konuşuyor.


Bir peri bacasının üstündeki taşa neredeyse sürtecek kadar yakın geçtikten sonra pilot Nevşehir'i, Uçhisar'ı, Göreme'yi, Avanos'u eliyle gösteriyor. Balonumuz yirmi kişilik, yol arkadaşlarım korkanlar, hiçbir yere bakmadan balonun içinde oturanlar, üşüyenler, bir saatlik gezi süresince binlerce poz fotoğraf çekenler ve öylece sessiz sakin doğayı bir nefes gibi içine çekenlerden oluşuyor. Ben en son gruptayım, yasal yükselme sınırı yedi yüz metreymiş, biz beş yüz metreyi biraz geçmişiz.

Tam o anda bir mucize oldu, havada keskin çelik gibi bir gece soğuğu varken, peri bacalarının arkasından güneş doğdu. İşte o zaman anladım, neden ölmeden önce yapılması gereken şey, bu şey.

Sonrası kayar gibi, süzülür gibi, yüksekten düşer gibi bir duyguydu. Binerken öğretilen, tehlikeli ve sert inişlerde alınması gerekli pozisyona ihtiyaç duyulmadan, yere bir tüy gibi konuverdik. Sarı lacivert dev balon yerde yatarken, yeni doğan güneşe döndüm ve kutlama şampanyamı onun şerefine kaldırdım.


Bİ DE BUNLAR VAR

0 yorum