hekimanne gezerken

Kendi küçük, güzelliği büyük ülke....SLOVENYA

22:37

Ljubljana'ya THY iki buçuk saatte uçuyor, giderken Slovenya hakkında en küçük bir fikrim bile yoktu, gitmeden bir gece önce haritadaki yerine baktım......... komşu kapısı, bir gidip gelelim bakalım dedim.

Slovenya, parçalanan Yugoslavya'nın, bu bölünme kaosundan en az zarar gören ülkesiymiş. 1991 de bağımsızlığını alan kendi küçük, güzelliği sonsuz Slovenya.Çok ilginç bir kitap bilgisi var, bin yıl kadar önce bu bölgeye ilk Slavlar gelmiş ve Carantania Prensliği'ni kurmuşlar, o kadar yenilikçi, o kadar demokrat bir devlet olmuşlar ki, ABD başkanlarından Thomas Jefferson zamanında Amerikan Anayasası'nın ilkelerini Carantania'nın yönetim kurallarından almış. Zaten demir perde gerisi yönetim varken bile Josip Broz Tito, Slovenya kısmını hep ayrı tutmuş, burada kurallar daha esnekmiş, turizm hep devam etmiş. Belki de bu nedenle, parçalanma sırasında kolayca kavgasız gürültüsüz ayrılmışlar.....

Ljubljana Slovenya'nın başkenti, ülke küçük, tabii şehir de küçük, şehrin hava alanı daha da küçük.... burası ortasındaki Ljubljana Nehri'nden ismini alan, yemyeşil, harika binalarla dolu, gezmelere doyamayacağınız bir şehir.

Tam merkezde kalabileceğiniz oteller, küçük butik oteller, ev pansiyonları var. Ljubljana'da konaklayıp, buraya gidip gelerek tüm ülkeyi gezebilirsiniz. Eski Yunan efsanelerinden birisine göre, bu bölgedeki bir gölde korkunç bir ejderha yaşıyormuş, Jason diye birisi gelip hayvancağızı öldürüp  bölgeye yerleşmiş, işte şehir böyle kurulmuş. Onun için o ünlü ejderha her yerde, şehrin arması ejderha şeklinde, bayrakta da o arma var, Ljubljana Nehri üstünde pek çok köprü var, en ünlü iki tanesinden birisi Ejderhalar Köprüsü, bir diğeri Üçlü Köprü.....

Şimdi, gezmeye Üçlü Köprü'nün yanından başlayalım.Bu köprü isminden de anlaşılacağı gibi üç tane ama birbirlerine o kadar yakın ki tek köprü gibi görünüyor. Mimar Joze Plecnik imzası taşıyor. Hemen köprünün yanında, Preseren Meydanı'ndayız....



Yüzümüzü Slovenya'nın ulusal şairi France Preseren heykeline dönersek, nehir sağımızda kalır, nehri sağımıza alıp yürüyelim, kafeler, minik sanat galerileri, hediyelik eşya satan dükkanlar, arada kiralık oda ilanları arasında yemyeşil gölgelikli yolda yürüyelim, Ejderhalar Köprüsü'ne gelince, sağa dönüp üstünden geçelim, bu arada nehrin fotoğraflarını çekmeyi ve

 ejderhaların kuyruklarına dokunmayı unutmuyoruz.

Karşı tarafa geçtik, işte buradan Ljubljana Kalesi'ne gidiliyor, açık hava pazarından geçerek gidiliyor ama önce kaleye çıkıp tepeden şehre bakacağız, sonra pazardan bir şeyler alırız diyoruz. Kalenin üstünde öğrenci ve turist dolu...

sonra tekrar inip pazardan geçiyoruz, börek'e (bürek) dedikleri için alalım dedim ama bizim nefis böreklerimizle alakası yok, sevemedim, bürekimizi yanımızda dolanıp duran kuşlara yedirip bu sefer meyve satıcılarına yöneliyoruz, minicik sepetlerde satılan, açık kırmızı renkli minik çileklerden alıp hemen orada tüketiyoruz......

nehir boyu çiçeklerle dolu balkonların, sokak müzisyenlerinin, restoran ve kafelerin arasından yürüyüp tekrar üçlü köprüye geldik. İşte oralarda olursanız ve eğer karnınız açsa geleneksel Sloven yemeklerinin ünlü restoranı Sokol tam orada.


Üçlü Köprü'den tekrar Preşeren Meydanı'na geçip karşıdaki Wolfova Ulica sokağına giriyoruz,

sokağa doğru yürüyün sağdan ikinci ev Preserenin bir türlü kavuşamadığı sevgilisi Julia Primic'in evi hatta duvarda kızın bir figürü var, işte Preşeren'in heykelinin yönünü öyle ayarlamışlar ki gözleri tam bu figüre bakıyor. Avrupa romantik şiirinin baş temsilcilerinden olan Presen, aynı zamanda Sloven milli marşının sözlerinin de yazarı. Wolfova Ulica sokağından arkamızı Preseren Meydanına dönüp yürüyoruz, buradan başka bir meydana gideceğiz, zaten her yer birbirine yürüme mesafesi. Bu yolda da butikler, seyahat acenteleri, pastahaneler, minik fırınlar var. Bu pasta fırıncıklarının duvarları geleneksel tatlılarının resimleriyle süslü, yemek yediğiniz zaman siz isteyin, istemeyin ardından mutlaka panna cotta ikramı var, dışarıda bir şeyler atıştırırken onu yemeyin, minik bir pastane fırına oturursanız, o fotoğraflardaki tatlıyı yemelisiniz, ismi Presne Tortice. Bizde yedik, ağzımda Presne Tortice lezzeti harika bir meydana ulaşıyorum, ismi Kongre Meydanı, buranın en önemli binası Avrupa'daki ilk flarmoni orkestrası olan Ljubljana Flarmoni Orkestrası binası, yanında Kongre Sarayı, çok güzel bir parka bakan zarif binalarla dolu bir meydan. Kaldığım süre içerisinde  bu meydana iki kez gündüz, bir kez de açık hava konseri için gece geldim.



Ljubljana'dan doğuya, kuzeye, batıya her yöne gidip döndük. Şimdi de oralara bir göz atalım.....

BLED Ljubljana'dan kuzeybatıya doğru bir saat kadar uzakta olan minicik bir belediye. Bled'i bu kadar ünlendiren tabii ki belediye hali değil. Burada buz devrinden kalma bir göl var. Küçücük bir göl, çevresini yürüyerek bir saatte dolanabiliyormuşsunuz. Dünya gezginlerinin mutlaka görmesi gereken yerler diye bir liste görmüştüm, Bled Gölü ilk sıralarda yer alıyordu, gerçekten de listeye hakkıyla girmiş.

Bu küçük gölün ortasında minik bir ada var, adaya kürek çekilerek yol alan ''pletna''denen geleneksel botlarla gidiliyor. Kiliseye ya merdivenle, ya da ağaçların arasında uzanan kıvrıla kıvrıla çıkan yolla gidilebiliyor. Biz yoldan çıkıp, merdivenle indik.

Yukarıdaki kilise minicik, özelliği çanının sürekli çalması, çanı turistler çalıyor, ipi çekip çanı çaldırırsan iyi şansın o yıl seni takip edeceğine inanılıyor. Ben de çaldım tabi, kolay gibi görünüyordu ama değil, ipe tüm vücut ağırlığıyla yüklenmek lazım, yoksa çekilmiyor. Neyse sonunda çaldım,

 merdivenlerden inip tekrar pletnaya binip kıyıya geldik, oradan da otobüsle Bled Kalesi'ne (Blejski Grad) çıktık, yani bir noktasına kadar otobüsle, gerisini tırmanacaksınız. Bled Gölü yakından harikaydı ama kalenin en yukarısından manzara anlatılamaz güzellikteydi, sayısız fotoğraf çektim.

Kaleye tırmanırken yarı yolda bir matbaa var, orjinal Guttenberg matbaasının üç kopyasından birisiymiş, dizgisini kendiniz yaparak baskı yapabiliyorsunuz.

Bled Gölü'nün de sınırları içinde kaldığı Triglav Milli Parkı'nda biraz daha kuzeybatıya doğru gidiyoruz. Triglav Dağı'nı tüm ihtişamıyla uzaktan görüp
  Jasna Gölü'nün kıyısında soluklanıyoruz. Bu gölde yüzülebiliyormuş, tam kıyısındaki keçi heykeli Slovenya'da en çok fotoğraf çekilen yerlerden birisiymiş.


Bu bölgeye Kranjska Gora deniyor. Boydan boya Julian Alplerinin uzandığı bu bölge Avusturya-İtalya-Slovenya sınırındaki bir kayak bölgesi. Kayak otelleri yazın da açık oluyormuş, biz gidip görmedik ama bir gezginin anılarını okudum, rafting, yamaç paraşütü gibi bol adrenallinli sporlar için gidilebilecek pek çok yer varmış.

Keçinin fotoğraflarını çekip, Predjama Şatosu'na gittik. İşte bu yapı çok ilginç, önü gotik tarzda şato, arkası mağara.

Dünyada, paranormal aktivite tesbit edilmiş on yerden birisiymiş. Şatonun yedi yüz yıllık vahşi bir geçmişi var, hangi aile oturduysa sonu iyi gelmemiş, Slovenlerin Robin Hood'u Erazem Preddjamski de bu şatoda öldürülmüş.
 İçini ürke ürke dolandık, duvarlardan birisinde Erazem'in otururken resmedildiği bir tablosu var, orta çağda bir şato nasıl döşenirse öyle yapmışlar, sanki hala yaşanıyor gibi, şatonun minicik camları dağ manzarasına, yemyeşil yamaçlara bakıyor. Ve inanın paranormal bir şeyler var, hissettim.

Postojna Mağarası ( Postojna Cave) ülkenin güneybatısında, karst yapısının Avrupada'ki en iyi örneğiymiş.
Yolun bir kısmını degovil treniyle, bir kısmını yürüyerek aştık. Milyonlarca yılda oluşan sarkıt ve dikitlerin arasında dolaşmak çok ilginçti. Bu mağarada nesli tükenmekte olan bir hayvan yaşıyormuş. Hayvan deyince gözünüzde farklı bir şey canlanmasın. Adı Proteus Anguinus....gözü yok, renksiz, otuz cm. boyunda, hem akciğer hem solungaçları olan bir amfibyum. Tabii doğal ortamında görmek olanak dışı, cam muhafazaların içinde, doğala uygun bir ortam yapılmış, orada üremeye bırakılmışlar. orada gördüm, neye benziyor derseniz, hiç bir şeye diye cevap veriyorum.

Ve Slovenya'nın Adriyatik kıyıları, Koper, İsola ve Piran....Hepsine aynı gün sırayla gittik. Koper ve İsola sakin, minik sahil kasabaları, hatta Koper'de bir panayır gününe rasladık, çok eğlenceliydi. Bu üçü arasından birisine gitme şansınız varsa, o tabi ki Piran olmalı.

Piran merkeze dolmuş, otobüs var ama belirli bir noktadan sonrası trafiğe kapalı, orayı yürümelisiniz, denize paralel uzaktan İtalya kıyılarını görerek yürüyüp bir meydana geliyorsunuz. Tartini Meydanı, ismini Giuseppe Tartini'den almış. Müzik virtüözü Tartini'nin elinde kemanıyla bir heykeli meydanın tam ortasında duruyor.
Yine yukarıya kıvrıla kıvrıla çıkan bir yokuş ve tam tepede Saint George Katedrali var. Buraya kadar mutlaka tırmanın, burası bir burun gibi, siz Slovenya topraklarındasınız, görüş mesafesinde sağınız İtalya, solunuz Hırvatistan. tekrar aşağı Tartini Meydanı'na başka bir yoldan indik ve meydandaki onlarca restorandan birisine oturduk, servis çok hızlı, pizza inanılmaz lezzetliydi....





Bİ DE BUNLAR VAR

0 yorum