hekimanne'den cennetin anahtarı

Beynimdeki Fabrika

11:15



Bugün oturup arkama yaslandım, gözlerimi kapattım ve neler yaptığımı düşündüm. Uyandım, kahvaltı, işe gidiş, öğle yemeği, çalışmaya devam, çay molaları, iş çıkışı market alışverişi ve eve dönüş, ya da bir kaç arkadaşla buluşup, kahve içip laflama, ya da geceye uzanan bir yemek. Yıllardır, dile kolay otuz beş yıldır aynı şeyleri yapıyorum. Otuz beş yıldır, farklı şehirler, farklı hastahaneler ama aynı iş. Aslında işimi çok seviyorum, hastamı dinlemeyi, onun ağrısına dokunmayı, çözüm aramayı seviyorum. Hep istediğim an program yapabileceğim arkadaşlarım var. O zaman yıllarca tam göğsümde oturan sıkıntı hissi neden vardı, şimdi neden yok. İşte, oturdum, arkama yaslanıp gözlerimi kapatınca, kendime bunu da sordum. Neden?

Özel hayatımda çok sıkıntılı günler geçirirken, tüm sıkıntılarımı, istemediğim bir adamla yaşama zorunluluğuma bağlardım. Böylece, en azından adres belli oluyordu. Çok fenayım, sonsuz sıkıntım var, boğuluyorum, bittim, mahvoldum ve nedeni şu adam. İyi de, bütün bu ruh halinin nedeni bir tek kişiyse, yuh sana, kurtulsana salak mısın sen demezler mi? Derler tabii, ben de kendime defalarca dedim. Kurtulabilirdim de, tehditdi de, aileydi de, yaşlı anneydi de, küçük ve masum çocuklardı da, bunların hepsi çözülebilirdi. Çözerdim, çözebilirdim. Ama başka bir yöntem seçtim.

Şimdi yöntemime gelin. Hayatımı hızlandırdım. Dışarıdan bakınca şu andakinden farklı görünmüyorum. Yine sabah kalkış, kahvaltı işe gidiş ve dönüş falan, sanki hemen hemen aynı şeyler. Hız kafamdaydı. Beynimde inanılmaz bir fabrika vardı. 7/24 çalışan, hiç durmayan, sürekli yeni planlar yapan, hemen planları yürürlüğe koyan, bir planı uygulamaya başlarken yeni plan yapan onu da eş zamanlı uygulayan. Sonsuz plan yaparsanız ve sonsuz hedef koyarsanız, bir de onları uygulamaya kalkarsanız ne olur? Evet işte o oldu. Devreler yandı. Bu daha da başka bir alemdi. Beyindeki fabrika sustu.

Bu sefer dışarıdan bakanlar, aynı şeyi görüyorlar. Yani sabah kalkış, kahvaltı, işe gidiş....ve sonrası. Hiç plan yok, hedef yok, uygulama yok. Çok ilginç bir gözlemim oldu. Fabrika dört nalayken katıldığım yemeklerden birisinde yüz poza yakın fotoğraf çektirmişim. Devreler yandıktan sonraki dönemde, bırakın yemeği, hiç bir anımın fotoğrafı yok. Aslında çok matrak, trajikomik.

Ben çocukken efsanevi kuvvet öyküleri dinlerdim. İşte insanların çok darda kaldıkları zaman, imkansız olan işleri yapmalarıyla ilgili şeyler. Anneannem deli kuvveti gelmiş derdi, ben de sorardım, nasıl olmuş, kas öyle birden bire güçlenmez. O da derdi ki içeride saklı bir güç var, yeterince delirince çıkıyormuş. İşte günlerden bir gün, yeterince delirdim, meğerse efsane değilmiş, o güç çıktı. Fabrika üretime geçti. Ama tadında ve dozunda.

Arkama yaslandım, gözlerimi kapattım, hata yapmışım dedim ama eyvah demedim. Plan ve hedef var ama teker teker dedim, Yavaş yavaş, süze süze, seve seve, okşar gibi, sevişir gibi yaşanacak. her anın hatırı sorulacak, koklanacak, tadına bakılacak. Böyle yaşamayı ilk kez deniyorum ya, bende bir heyecan, bir sevinç, bir kalp çarpıntısı. Sonrası, öyle işte...

Arkama yaslandım, gözlerimi kapattım, şu fabrika en baştan beri keşke bu hızda ve düzende çalışsaydı dedim. Ama keşke der gibi demedim, olsaydı iyi olurdu manasında mırıldandım. O sırada bir arı geldi yanağıma kondu. Fabrika nasıl çalışıyorsa artık, hiç kıpırdamıyorum, arıyı kovalamıyorum, ayaklarının cildimi okşamasını hissediyorum, kirpiklerimin arasından bakıyorum, o kadar yakınımda ki dev bir yaratık gibi görünüyor, sadece sarı siyah değil, grisi var, kırmızı kısacık tüyleri var,karnına doğru incecik yeşil bir bantı var. Başka şeyleri de vardı belki, daha inceliyordum, uçtu gitti.

Arkama yaslı ve gözleri kapalıyken, arı da uçup gitmişken,birden bire bir şey keşfettim. Tespit değil, eni konu bir keşif bu, Yaşama hızımı, beynimin işleyiş şeklini doğaya uydurmuştum. Doğayla beraber nefes almayı öğrenmiştim. Ben onunla birleşmiştim. Ben işte öyle bir şey.....

Bİ DE BUNLAR VAR

0 yorum