hekimanne gezerken

Avrupa'nın en batıda unuttuğu ülkesi PORTEKİZ

15:57


Belem Kulesi'ne çıkarken aniden şiddetli bir yağmur bastırdı, Bir yandan yağmur, bir yandan dalgalar, sanki denizdeyiz




Portekiz deyince Porto ve Lizbon'u gördüm ve ikisinin arasında otobüsle giderken Alcobaça, Batalha, Fatima, ve Coimbra' ya uğradık. Keşke köy kasaba demeden her yerini adım adım gezebilseydim, hatta bir ev kiralayıp biraz yaşasaydım……

Neden böyle düşünüyorum bilemedim, çok mu güzel bir ülke??? Güzellik izafi tabii ama ben daha güzellerini gördüm. Burada beni çarpan duygu ne acaba?? Her neyse gördüklerimi anlatayım.

Aklımda kalanlar, Alcobaça ( alkobasa), Alco ve Baça nehirlerinin arasına kurulmuş, aslında nehir denemez bunlara, hani Anadolu'da biz çay deriz ya, işte o büyüklükteler, birbirine kavuşamayan iki sevgiliden almışlar isimlerini, aynı memleketteler ama ayrı ayrı akıyorlar, şırıl şırıl iki derecik…. ikisinin arasından yürüyüp geçerken gözlerimi kapattım, kollarımı açtım ve onları birleştirdiğimi düşündüm. Yürüyerek devasa büyüklükte bir kapısı olan bir manastıra geldik, yani dereciklerin hemen yakınında aynı isimde bir de manastır var, tanrıya sadece çalışarak ulaşılacağını düşünen tarikatcılar( Sistersiyenler) kurmuş. Ben manastırı fotoğraflarken uzun kapkara papaz cüppeli bir amca içi marul ve taze soğan dolu bir kasayla yanımdan yürüdü gitti, sistersiyenler böyleymiş, hem ekip biçip yiyorlar, fazlasını satıyorlar.

Fatima Kasabası'nı gözümde başka türlü canlandırmıştım, hayal kırıklığı oldu, Meryem Ana'nın 1900 lerin başında üç küçük çocuğa görünüp, üç sır verdiği bölge. Şimdi, betondan bir boşluk sanki, belirli bir güzergah var, hristiyan hacılar dizlerinin üstünde tesbih çekerek Meryem Ana bazilikasına ilerliyorlar. Biz tam oradayken bazilika'da dini ayin vardı, açık alan dışarıdan seyredilebiliyor. Yorgundum belki ondan, hiç etkilenmedim. 

Fatima’dan Porto’ya geçtik. İçinden nehir akan şehirlere şanslı şehirler diyorum. Porto da şanslılardan birisi, Douro Nehri, Porto'yu ortadan ikiye bölmüş, İspanya'dan doğan bu nehir Porto'da okyanusa dökülüyor. Douro'da tekne turu yaptık, Porto'nun iki yanını da görebilmek çok güzeldi, okyanusa döküldüğü alana kadar geldik, tam da burada nehir kıyısında büyük, sanki sadece pencereden oluşan apartmanlar vardı, mesela o apartmanda dairelerin yaklaşık fiyatlarını tekneciye sorduk, İstanbul'a uyarlarsak, boğaz gören daireler çok daha pahalı.
Nehrin üstünde bir Eyfel Köprüsü var, Eyfel Kulesi'ni yapan mimar yapmış, materyal de aynı, kule yan yatmış gibi görünüyor. Nehrin bize göre karşısında şarap yapım evleri var, düzinelerce şarapçı arasında İskoç şarapçılar daha fazlaymış. Porto şehir turundan aklımda kalanlar, müthiş güzel bir borsa binası, süslemelerinde dörtyüz kg. altının kullanıldığı Sao Francisco Kilisesi, hatta bu kilisenin altınları bazı yazışmalara neden olmuş, Brezilya bir zamanlar Portekiz sömürgesiyken, altınlar bu ülkenin madenlerinden çıkarılıp getirilmiş, Brezilya özgür bir ülke olunca altınları geri istemiş, Portekiz altınlar bizim demiş, çünkü o zaman sen benim toprağımdın. Bu arada 2. Dünya Savaşı'nda Hitler buralara kadar gelmiş, Naziler duvarlardan birisindeki altınları sökmüş, Portekiz şimdi Almanlardan altınlarını geri istiyormuş. Porto’da ünlü bir Batalha Meydanı var, restaurant, kafe, mağaza dolu. İşte bu kafelerden birisinin önünde kuyruk var. Bir tatlı kuyruğu. Biz de bekledik ve o ünlü tatlıyı yedik.
Majestic Cafe ve Rabanadas tatlısı, bir Portekiz noel klasiğiymiş. Biz çocukken ekmek tatlısı diye bir şey yapardı annem, onu andırıyor, bayıldım. Tarifini öğrendim, yaparım artık.
aslında bir tatlıları daha var, kahvaltıda, açık büfelerde, her yerde, ona pasteis de nata diyorlar ama benim tercihim diğeri. 

Porto'dan Lizbon'a otobüsle gelirken Coimbra'ya uğradık, burası bir kampüs, birçok üniversite var, en dikkat çeken yanı kütüphanesi, Coimbra Kütüphanesi, dünyanın en iyi beş kütüphanesinden birisiymiş, 1717-1728 yılları arasında Portekiz Kralı V.Joao döneminde inşa edilmiş. Olağanüstüydü, el yazması ve dünyada başka örneği olmayan kitapları gördük, tabii sıkı koruma altında. Tesadüf o gün fakültelerden birisinin mezuniyet töreni vardı, o gençler, o kıyafetler, o binalar… kendimi bir film karesinin içinde hissettim.

Ardından  bir tekne turu daha yaptık Mondego Nehri'nin kollarından birisinde, Mondego Portekiz'de doğup, okyanusa dökülen en büyük nehir. Şakır şakır yağmur yağıyordu, eskiden şarap fıçısı taşıyan , şimdilerde turistik amaçla kullanılan bir tekneye bindik, Porto'dan aldığımız şarabımızı açtık, biraz tatlıydı ama olsun, yağmur, nehir, şarap üçlüsüyle biraz dinlendik. Hem dinlendim, hem ağladım… yağmurdan mı, şaraptan mı, Portekiz’in yalnızlığından mı bilemedim. Portekiz haritasına bakmak bile ne kadar yalnızlar dedirtiyor bana. Tek komşuları İspanya ve onlardan nefret ediyorlar. Sonrası okyanus, uçsuz bucaksız okyanus.

 Ardından Lizbon. Lizbon'da en turistik, en görülesi bölge herhalde Belem bölgesi Belem Bölgesi’nde Keşifler Anıtı, Belem Kulesi ve Jeronimo Manastırı var. Hepsi birbirine yürüme mesafesinde.
Keşifler Anıtı buraya 1960'da Prens Henrique ( Denizci Henrik, Henry)'nin ölümünün 500. yılında yaptırılmış, yer özellikle seçilmiş çünkü Portekiz tarihinde çığır açmış olan kaşifler, seferlerine hep bu noktadan başlamışlar. Henry 15. yy’da Portekizli kaşiflerin sefere çıkmalarını teşvik ve finanse eden, dolayısıyla başarılarında da büyük role sahip olan bir Prens ama kendisi hiç sefere çıkmamış, yüzme bilmiyormuş ve derin su korkusu varmış Anıtta, Portekiz’in bu Altın Çağ’ında önemli roller üstlenmiş olan 30 kişinin figürleri var Anıta doğudan baktığınızda, elinde bir gemi tutan Denizci Henri’nin arkasında sırasıyla Kral Alfonso V (Portekiz adına Afrika’nın keşfi ve kolonileşmesi adına önemli rol oynamıştır) Vasco Da Gama (Hindistan’ı keşfetmiştir) Pedro Alvares Cabral (Brezilya’yı keşfetmiştir) ve Ferdinand Magellan (Dünya çevresinde ilk geziyi yapan kaşif) var. Daha sonrasında ise yine kaşifler, din adamları, matematikçiler ve haritacıların figürleri yer alıyor.  Jeronimo Manastırı, diğerlerinden daha büyük, daha süslü ( Manuelin tarzında abartılı süslü), buradaki en etkileyici şey, coğrafya derslerinde okuduğum
Vasco De Gama'nın, mezarını görmekti. Belem Kulesi, Lizbon Limanı'nı korumak için yaptırılmış, Kral Manuel yaptırmış, Hem Jeronimo Manastırında hem de Belem Kulesi'nde şöyle örgü saça benzeyen süslemeler var, bunlara Manuelin tip süsleme deniyormuş. Belem Kulesi'ne çıkarken aniden şiddetli bir yağmur bastırdı, Bir yandan yağmur, bir yandan dalgalar, sanki denizdeyiz, film gibi bir şey oldu. Eski saray bahçesine giriş kapısı'na zafer takı deniyor önünde Prasça Meydanı, kapıdan girince cafeler, restaurantlar, mağazalar, her yer cıvıl cıvıl.
Bir de tramvay turu yaptık, yukarılara tırmandık, depremde tüm mumların devrilmesi ile yanan eski kiliseyi, Karanfil Devrimi'nde ilk konuşmanın yapıldığı yeri gördük. Özellikle ayarlamamıştık ama 25 Nisan'da Lizbon'daydık, Karanfil Devrimi'nin kutlamalarına katıldık, akşam yemeğinde nefis lezzette turbo( kalkan) ve yengeç yedik, gece yarısına doğru da fado dinlemeye gittik. bunların dışında gemileri kutsayan İsa heykeli Cristo Rei, Golden Gate ve diğer köprüler, Gülbenkyan Müzesi var. 

Henüz görmediğim onlarca yeri var. Bunlar öyküleriyle aklımda kalanlar. Bir daha gider miyim? Kesinlikle giderim. Bu kez azıcık Portekizce öğrenerek giderim. Büyük şehirlerin ve turistik yerlerin dışında Portekiz’i tanımaya mutlaka giderim. Çünkü eksik bir şeyler kaldı, bir tamamlanmamışlık hissim var.

Bİ DE BUNLAR VAR

1 yorum

  1. Öyle güzel bir rehber gibi anlatmişsınız yine..Heme kalkıp gidesim geldi,!..Oralı bir damadımıź var..Lizbonda yaşıyorlar..Sıcak insanlar

    YanıtlaSil