hekimanne'den cennetin anahtarı

Çikolata

15:46

Çocuk olmak çok güzeldi.Tam olarak bilmiyorum, yıl 1960'larını sürüyordu herhalde. Ama çocuk olmak hep güzeldi ki zaten. Zamanın ne önemi var. Taşrada çocuk olmak, büyük şehirdekinden daha da güzeldi, sokaklar senindi, uçsuz bucaksız kırlar, kara gözlü kara kulaklı köpekler, tozlar topraklar, yok oluncaya kadar oynanan eski gazetelerden sıkıştırılıp yapılmış toplar. Arkadaşlar güzeldi, bahçelerden aşırılan erikler, çağlalar...

 Okula gidiyordu üç yıldır, tembeldi, eni konu tembeldi işte. Gerçi okuma yazmayı sökmüştü, kargacık burgacık yazıyordu ama şu matematik olmasa. Fakirler miydi bilmiyor, fakirlik ne demek bilmiyor ki. Babasının iş buldukça amelelik ettiğini, annesinin aynı sıralarda oturduğu bazı arkadaşlarının da çamaşırlarını yıkadığını, kıt kanaat geçindiklerini bilmiyordu. Bilmesin de zaten, o daha çocuk. Bazen yağmurda, çamurda ayakları berbat oluyor, altı delik ayakkabısı su alıyor, üşüyor, güneş açınca bu durumu hızla unutuyordu. Bir de okulda, uzun saçlı örgüleri beline gelen o güzel kız vardı. Ona hakimin kızı diyorlardı.
Basbayağı kızdı işte, hakim ne bilmiyordu ama böyle güzel kızı olduğuna göre, iyi bir şeydi herhalde. Okuma sırası ona gelince, kuş şakıması gibi okuyordu, öğretmen onu alkışlattığı zaman, en çok o alkışlıyordu, avuçları acıyıncaya kadar, kız çok güzeldi çok. Bir gün tenefüste, onu uzaktan izlerken, kız başını çevirdi ve göz göze geldiler, elindekini arkadaşlarıyla paylaşıyordu. Orhan dedi ; Al, bu da senin olsun. O da neydi, kapkara, gerçi tam kara değil, kahverengiydi, ağaç kabuğu gibi, elinde şöyle bir sıktı, ne yumuşaktı, ne sert. Yavaşça ağzına götürdü. Bu nasıl bir tattı? Tatlıydı ama acıydı aynı zamanda, sert başlamıştı, sonra yumuşadı hatta aktı. Nasıl bir şeydi bu? Dirseğiyle Ali'yi dürttü. Bu ne lan dedi. Ali, Çikolata oğlum, yemedin mi daha önce aptal dedi, arkasını dönüp gitti. Ders zili çalıp, sınıfa doğru yürürken, artık hiçbir şey eskisi gibi değildi, mucizeyi tatmıştı artık. Bazen köyden dedesi gelir, bakkaldan bisküvi ve lokum alırdı. Orhan muntazamca, iki bisküvinin arasına, tüm beyazlığını yaladığı lokumu yerleştirir ve yavaşça ezerdi, bayılırdı bunu yemeye ama çikolata, bundan bile güzeldi, dedesi gelince, bakkala gidince alır mıydı ki.....Bir kaç gün mü geçti, işte bir zaman geçti az ya da çok. Beden eğitimi dersi için bahçeye inmişlerdi, öğretmen ceplerini karıştırdı, art arda üç sıra olmuş çocuklara doğru bakıp, Orhan dedi; Sınıfta masada düdüğüm kalmış, al getir onu. Orhan hızla sınıfa koştu, öğretmen masasının üstünden düdüğü aldı, tam dönecek, en ön sırada, masanın hemen dibindeki hep en çalışkanların oturduğu sırada, hakimin kızının sırasında, kapağı açık duran çantada onu gördü. Bir paket, açılmamış, kırmızı parlak kağıtlı. Saniyeler geçti, saatler kadar uzun akarak geçti, titreyen ellerle onu aldı, annesinin bir pazar torbasından bozarak yaptığı kendi çantasına bıraktı. Kolların açıp kapandığı, çömelip kalkıldığı beden dersinde bir kaç kez azarlandı, aklı çantasındaydı, çok korkuyordu, hemen çantasını alıp kaçmalıydı ama nasıl? Ders bitti, şimdi kız elini yüzünü yıkayıp çantasına bakacaktı, her şey anlaşılacaktı. Çaresiz, gözleri yerde yürürken, pırıl pırıl bir cam parçası gördü, uzandı aldı, dişlerini sıktı, gözlerini kapattı, inler gibi bir ses çıkarıp parmağını kesiverdi. Öğretmene koştu ağlayarak, parmağım kanıyor, çıkabilir miyim, eve gidebilir miyim derken gerçekten ağlıyordu. Acıdan, heyecandan, korkudan....İzni aldı, çantasını kaptı, yayından çıkmış bir ok gibiydi, okul artık görünmez olunca yavaşladı, evinin tam aksi yönüne koştuğunu o zaman fark etti. Evlerin giderek seyreldiği bir yamaçta, akasya ağacının altına oturdu. Elleri tozlu ve kanlıydı, üstüne sildi, çantasını açtı, işte oradaydı, kıpkırmızı orada duruyordu. Kağıdı dişiyle yırttı ve artık cennetteydi. Bir ısırık, bir ısırık daha, en küçük kırıntıları bile yaladı....O gece yatınca, düşününce korktu biraz, şimdi allah kızdıysa, beni cehenneminde yakarsa diye düşündü. Sonra hala damağında hissettiği huzuru duyumsadı. Huzur, günah korkusunu sildi, yok etti. Orhan, uykunun kollarında, damağında eriyen çikolata gibi eridi gitti.

Bİ DE BUNLAR VAR

0 yorum