hekimanne gezerken

Yaşlı, bilge ve yorgun URFA

15:58

İlklerin kenti Urfa, ilk buğday burada ekilmiş, ilk üniversite burada açılmış, ilk tapınak burada yapılmış


Ülkeme yukarıdan bakmak tadına doyulmaz bir zevk. Uçakta cam kenarında oturmayı seviyorum, hele bir de bulut yoksa. İşte Urfa'ya giderken pilot alçalmaya başlıyoruz anonsunu yaptıktan sonra kalp atışlarımı iki katına çıkaran bir şey gördüm aşağıda. Önce ne olduğunu anlamadım, orta dünya görüntüsü gibi, muhteşem bir şey. Atatürk Baraj gölü'nün dantelalı kenarlarıymış meğerse. Sonra yemyeşil ekili alanlar ve Urfa GAP havaalanı. Havaalanı mimarlarına bir diyeceğim var. Ruhsuz, çirkin, özelliksiz binalar yapmakta üstünüze yok.
 Eski, yeni ve en eski Urfa

Dünya kültür ve medeniyetinin merkezi anlamına gelen bir arkeoloji deyimi var 'bereketli hilal'. İşte Urfa bu bereketli hilalin üstünde yer alıyor. Antik yerleşimdeki adı Edessa. Sonra Ruhua, Orrhoe derken Türkler burayı aldıktan sonra adı Urfa olmuş. Ben şanlı, gazi, kahraman gibi ucube ekleri sevmiyorum. Urfa diyorum sadece. Edessa M.Ö 200-M.S150 gibi üç yüz elli yıllık bir süreç. Yani çok eski değil aslında. Peki Urfa'da, bu döneme ait bir şey görmek mümkün mü derseniz. Neredeyse hayır. Şehrin içinde Edessa nekropolü var. Keşke dışında kalsaydı diyor insan. 1901 de ilk mozaikler farkedilmiş ve bir tanesi yerinden kaldırılarak İstanbul'a getirilmiş. Bu mozaik, şu anda da Türkiye Müzelerindeki en iyi korunmuş Edessa mozaiğiymiş. Henüz görmedim ama iyi ki getirmişler. 1950 lerdeSegal tarafından bulunan Edessa krallık dönemi hanedan mezarlarındaki bütün mozaikler tahrip edilmiş, yağmalanmış. O dönemde pek çok mozaik yurt dışına kaçırılmış. Bunlardan en önemlilerinden birisi Orpheus mozaiği, Dallas müzesinden, başvurularımız sonucu iade edilmiş. Bunun dışında Urfa ve İstanbul arkeoloji müzelerinde kısmen korunan iki örnek varmış.
Urfa Müzesi kapalı. Yılan hikayesine dönen düzenleme süreci bitememiş daha, her soruluşta bir ay sonra açılacak deniyormuş. Aslında Türkiye'nin 5. büyük müzesiymiş, sergilenen yüz bine yakın buluntu varmış, miş, mış yani. Bunca turist geliyor, belki bir kısmı sadece bir kez gelecek, ülkeni, yöreni, tarihini tanıtmak için belki tek fırsatın. Yetkililerin vizyonu ne kadar önemli bir kez daha anlıyoruz.  Mezarların bu günkü hali içler acısı, ağzınızı burnunuzu kapatıp girmeli ve hızla göz gezdirmelisiniz. Çünkü, açık hava müzesi olması gereken yer, açık hava tuvaleti olmuş.
Balıklı Göl


Geniş bir park alanı düşünün, arada kanallar, içinde balıklar, balık yemi satanlar, eski ve yeni camiler, büfeler, yerel giysi satıcıları, turistler, çocuk kahkahaları. Hava güneşli ve tatil günü olunca iğne atsanız yere düşmeyecek bir kalabalık karşıladı bizi. Burası bir külliye, eski bir kilisenin üstüne inşa edilen Halil-ur Rahman Camii, hemen kanalın yanında. Bizans döneminde MS 504 de yapılmış Meryem ana kilisesinin yerine, 1211 de Eyyubiler tarafından yaptırılmış. Caminin yanında durup başınızı kaldırınca kale surlarında iki tane sütun görüyorsunuz , üstlerindeki kitabeden anlaşıldığı üzere 2300 yaşındalar, işte bunların arasına mancınık gerilmiş ve Hz. İbrahim ateşe fırlatılmış. Ardın da, İbrahim'in dediklerine inanan, yani tek tanrıya inanan Nemrud'un kızı Zeliha fırlatılmış. Zeliha'nın düştüğü yere de Ayn Zeliha deniyor. Kanallarda ki balıkların ( bir çeşit sazan) keyfi yerinde, avlanmaları yasak, her gelip geçen yem atıyor. Caminin duvarında, bu rivayetle ilgili olan ayetten bir cümle var, '' Ey ateş! İbrahim üzerine serin ve selamet ol''. Aslında dinler tarihine göre yaklaşık dört bin yaşlarında olan Hz.İbrahim, nasıl olmuş da olaydan iki bin yıl sonra yapılan sütunlardan fırlatılmış? Bu iki bin yıla takılmıyoruz, atılmış işte, ateş de su olmuş, odunlar da balık. Hemen kanalın sonunda Hz. İbrahim'in doğduğu mağara Mevlidi Halil mağarası var. Aslında mağara girişine bir otantik bank benzeri oturaklar konulsa, ayakkabılar orada çıkarılıp giyilse, yine ayakkabılar için poşet bulunsa, giriş çıkışlarda sıra düzeni olsa, içeri girenler sanki artık bu mağarada yaşayacaklarmış gibi uzun kalmasa, se, sa. Yine de içeri girip mağarayı dolaştım, tavanını yeşil aydınlatmışlar, çok hoş olmuş, içerisi namaz kılanlar, duvarları öpenler, yüzlerini sürenlerle dolu.

Yolların kesiştiği yer HARRAN

Harran, Urfa'nın bir ilçesi, Urfa'daki Üniversitenin adı ve Kuzey Mezopotamya'nın en eski yerleşim noktalarından birisi. Suriye sınırına çok yakın. Harran adı ilk kez MÖ 2250 ye ait çivi yazılı tabletlerde geçmekteymiş. Tabletlere göre, Harran'ın iki özelliği var. Ticaret merkezi ve Ay tanrıçasına adanmış bir şehir. İşte bu şehirde, Mezopotamya ev kültürüne uygun, kullanımları üç bin yıl önceye dayanan konik tarzdaki evleri gördüm. Görmekle kalmadım, içlerini gezdim, bahçesinde yemek yedim. Çevrede de, dış kale surları, iç kale, dünyanın ilk üniversitesinin kalıntıları var. Urfa çevresinde Tunç Çağı boyunca yoğun yerleşim görmüş höyükler var. Bunlardan birisi de Harran Höyüğü. Konik evlerin hemen karşısında, henüz iki katı kazılmış, sekiz katlı olduğu düşünülüyor. Bu arada rehberimizden çok ilginç bir şey öğrendim. Üzerlik otu diye bildiğimiz bitki, hatta tohumları nazara iyi gelir derler ya, işte o otun olduğu yerlerde eski yerleşimler var denirmiş. Arkeologlar o otu çok severlermiş. Ben de, bol bol Harran Höyüğü çevresindeki üzerlik otlarının fotoğraflarını çektim.

Mezopotamya, çöl halinden GAP projesi sayesinde eski verimli günlerine dönmeye başlamış. Yaşlı bir Urfalı dedi ki, önceleri toprağa çok su vermişiz, yılların susuzluğundan sonra, dozu ayarlayamadık. Bu seferde toprak tuzlanmaya başlamış, şimdi tadında ve kararında suluyoruz. Harran'a bağlı bir köy var. Şuayip Köyü ve onun sınırları içinde de  Şuayb antik kenti, geç Roma dönemindeki ( MS 4. yüzyıl) bir yerleşim yeri, ayrıca Musa'nın ve Şuayip'in burada yaşamış olduğuna inanılıyor. Buraya Güneydoğu'nun Efes'i diyorlar. Şuayb Harran'a 38 km. uzaklıktaymış, oradan da 15 km uzakta Soğmatar antik kenti varmış. MS 2. yüzyıla ait ay ve gezegenlere tapınılan tapınakların bulunduğu bir merkezmiş. Miş diyorum, çünkü vaktimiz az olduğundan Şuayb ve Soğmatar'ı görmedim. Müze kapalı olduğundan Edessa mozaiklerini de göremedim. Demek ki ikinci kez geleceğim.
Tarihi baştan yazdıran mucize GÖBEKLİTEPE

Dünyanın ilk tapınağı. Tarihte denmiş ki insanlar toplu yaşamaya başlayıp bir yere yerleştikten ve ekip biçmeye başladıktan sonra tapınaklar yapmışlar. Bu görüş Göbeklitepe bulununcaya kadar devam etmiş. Bir gün, bir çiftçi tarlasını sürerken garip bir taş bulmuş. Sonrasında,  Alman Klaus Schmidt başkanlığında 1995 te kazılar başlanmış. Karbon yöntemiyle taşların yaşı tespit edilmiş. O da ne? 12 bin yıl öncesine ait, insanların Neolitik dönemine. Yani henüz avcı ve toplayıcılar, on-yirmi kişilik gruplar halinde yaşıyorlar, Taş Devrindeler, çanak çömlek yapmayı bilmiyorlar, muhtemelen çakmak taşını yeni bulmuşlar. Bu insanlar Göbeklitepe'de neden tapınak yapmışlar? Kime tapmışlar? Geometrik bütünlüğü nasıl oluşturmuşlar? Yedi metre boyunda, on altı ton ağırlığındaki taşları nasıl kaldırmışlar? Üstlerindeki kabartıları nasıl yapmışlar? Göbeklitepe dünyadaki anıtsal mimarinin en erken örneği. Çevrede benzer sembolik öğeler bulunmaya devam ettiği için kazılar yıllarca devam edecekmiş. Şu anda bulunanların üstü koruma maksadıyla örtülmüş, bu gezmeyi biraz güçleştiriyor. Ancak ne şartta olursa olsun, gidilmeli ve görülmeli.


Ne Yedim
Manici Otel' de kaldım. Halil İbrahim Sofrasın'da yemek yedim. Etleri çok güzel. Patlıcan kebabı ünlü. Hatta sabahları fırın önlerinde patlıcan közletme kuyrukları olduğunu söylediler. Urfalılar misafirperverler, güleryüzlüler ve yemek fiatları oldukça hesaplı. Kaldığımız otelde düzenlenen Sıra Gecesi müthişti. Hele davulcunun şovu unutulmaz. Ancak, bir tatlı yedim ki tadı anlatılamaz, yemeniz lazım. Adı '' Şıllık'' Aslında tatlının gerçek adı Şilekiymiş, Kürtçe bir kelime, anlamı ıslak. Urfa giderek turistik olunca ve tatlının tadı beğenilince, biraz da popüler olsun diye herhalde adı değişmiş. Benim yediğim sütle yapılmış. Aslında orjinali pekmezle yapılıyormuş. İkinci kez Urfa'ya gideceğim, Edessa Mozaik Müzesini gezeceğim, Şuayb ve Soğmatar Antik kentlerine gideceğim, Göbeklitepe'ye tekrar bakıp yeni gün ışığına çıkan mucizelere bakacağım, Balıklıgöl balıklarını yemleyip, bu kez gerçek pekmezli Şileki tatlısını yiyeceğim.























Bİ DE BUNLAR VAR

0 yorum