hekimanne'den cennetin anahtarı

Suya karıştırılan büyülü hikaye

15:44

Annemin incecik belini ortaya çıkaran empirme elbisesi uçuştu gözlerimin önünde


Bazı yiyecekler, içecekler vardır. Tatları, şekilleri, kokuları, renkleri vardır ama her şeyden önemlisi hikayeleri vardır. Kişisel gelişme, içsel büyüme, merkeze kendini koyma derken giderek yalnızlaşan, giderek bencilleşen insanın yediklerine anlam yüklemesi de zor artık. Geçen hafta Sinop'a gittim, balıkçı sandallarının yanında, Karadeniz'in ılık rüzgarı tenimde, bir kahvede otururken, arkadaşlarımla havadan sudan konuşurken, garsonun tepsisinde görüverdim onu. Tadından, kokusundan, renginden önce hikayesi koşup geldi yanıma. Ben çocukken, yani kırk beş- elli yıl kadar önce, çoluk çocuk misafirliklere gidildiği, ya da akşam yemek sonrası, ailecek merkezdeki parkta toplanıldığı yıllar. O zaman börekler, çörekler, kuru yemişler, haşlanmış mısırlar, yaprak sarmaları, yumuşacık pastalar ikram edilir, aniden habersiz gidildiyse bisküvi arası lokum, ekmeğe margarin reçel veya salça sürülür, misafir asla ikramsız bırakılmazdı. Yemek tamam da, ne içilecek kısmında çay büyüklerin vazgeçilmeziydi tabii, bize gelince ya paşa çayı diye, açık ve soğuğa yakın ılıklıkta çaya müsade edilir ama çoğu kez oralet içirilirdi.
İşte oralet hikayesi olan içeceklerdendir. Kavanozda olurdu, bir tek portakallısı vardı, sıcaktan yanarız diye ılık suyla karıştırılırdı. Bayılırdım, bana üç çay kaşığı oralet tam gelirdi, ince belli bir çay bardağı dolusu sihirli lezzet. Şimdi doktor kimliğimle düşününce, acaba şeker oranı ne kadardı, içinde ne kadar boya vardı, katkı maddesi kanserojen miydi diye sormalıyım aslında. Ama hayır, sormak istemiyorum. Yıllar önce tekrar ilgi artırılmak için bir reklam filmi çekilmişti, oralet osman diye, o film bile soğutamadı beni bu içecekten. Tabi sonraki yıllarda birçok muadili çıktı da, hiç birisinin benim okuyacağım bir hikayesi olamadı. İşte ben Sinop'daki kahvede, garsonun tepsisinde gördüğüm ve biraz sonrada damağımda lezzetini hissettiğim oraletle çocukluğuma gittim. Anneannemin terasında fesleğen tenekelerinin arasında koşturdum, ilkokulumun yolundaki akasya ağaçlarına tırmandım, ortaokulun başlarında ilk kez elele tutuştum, annemin incecik belini ortaya çıkaran empirme elbisesi uçuştu gözlerimin önünde, karşıdaki fırıncıyı köpek ısırdığında duyduğumuz hazzı ve sonra evinin önünde oynuyoruz diye arkadaşlarımla bizi her kovaladığı zaman kudurduğunu zannettiğimizi hatırladım ve daha neler, neler.... Boyası, katkısı, şekeri varsın olsun, varsın bunlar biraz zararlı olsun, onun hikayesi var.

Bİ DE BUNLAR VAR

0 yorum