hekimanne gezerken

Buz Otel'de uyumak ve LAPLAND

14:52


Soğuğu pek sevmem, çok üşürüm aslında ama olsun

    Amacı, Arctic Circle ( Kuzey Kutup Dairesi)'ni geçmek olan bir gezi yaptım, yani 66 derece 33 dakika kuzey enlemini geçmek. Bu enlem bir çok ülkeden geçiyor da, ben Finlandiya'ya namı diğer Suomi'ye gittim. Finliler kendi ülkelerine böyle diyorlar ''Suomi'' Hatta daha da yerel adı  Suomen Tasavalta. İşte Suomi'nin kuzeyi Lapland, Samilerin dilinde Lappi
Helsinki
   İstanbul'dan Helsinki'ye geldik. Havaalanı diğer bir şehirle ortak. Helsinki-Vantaa havaalanı.Aslında yolculuk dört saat kadar sürüyor, bagaj ve pasaport işlemleriyle beş-altı saate çıkıyor. Bizi havaalanından alan arabamız, Merkez Katedrali'nin yan sokağında durdu. Buradan yürüyeceğiz. Vee daha ilk adımda kaydım. Meğer bir gün önce -24 dereceymiş, sonra aniden sıcaklık yükselmiş, sonra tekrar düşmüş. Sonuçta yerler cam gibi buz. Dikkatlice yürüyorum. Bu Katedralin çevresinde, o ünlü Dr. Jivago filminin bazı sahneleri çekilmiş. Ömer Şerif şöyle bir gözümün önünden geçiyor. Katedrale çıkan merdivenler kar içinde, daha doğrusu dikkat edilmezse onların merdiven olduğu bile belli değil, Katedral sanki bir tepenin üstünde gibi. Helsinki'de en çok fotoğrafı çekilen yermiş burası. Bir kaç ismi daha var, Suurkirkko ya da St. Nicholas Katedrali. Ünlü mimar Engel'in tasarımıymış, 1832-1852 yılları arasında yapılmış. Önündeki meydan, Senato Meydanı ( Senate Square), tam ortasında Çar II.Alexandre anıtı var. Anıtın etrafındaki dört heykel ışık, barış, iş, kanun anlamındaymış. Önemli günlerde halk bu meydanda toplanırmış, yeni yıla bu meydanda girerlermiş ve hergün 17:49 da işten zevke geçiş çanları çalarmış. Yolların iki tarafı yığılmış, biraz da pis karlarla kaplı. Katedrali arkanıza alırsanız önünüzdeki sokakların hepsi denize çıkıyor. Finlilerin dizayna çok önem verdikleri söyleniyor. Tek tek bakınca binalar güzel, mağazaların vitrinleri güzel ( mesela meydana bakan Okra) ama şehirde bir şey eksik. Sanki yaşanmıyor gibi, sanki terkedilmiş gibi, yabancıların meraklı bakışları, her yeri fotoğraflama çabaları dışında şehirde bir durgunluk hissi, yalnızlık kokusu hakim. Aslında yazın gezen bir arkadaşımın notlarını okudum. Yemyeşil ormanlardan, göllerden, kanallardan, adalardan bahsediyor. Ocağın bitip, şubatın başladığı günlerdeyiz, deniz bile donmuş, yeşil-mavi yok, sadece beyaz var. Meydandan denize doğru yürüyerek gidince, mutlaka görülmesi gerek denilen üç yeri de görebilirsiniz. Tsarina Taşı, Havis Amanda ilham perisi heykeli ve Kauppatori balık pazarı. Önce Balık pazarında dolanıyoruz, yanyana dizilmiş bölümlerden oluşuyor. Çiğ, pişmiş bir çok balık ve ürünü var. Seçiyorsunuz, pişiriyorlar ya da ısıtıyorlar, ya da çiğ ve soğuk yiyorsunuz, tercih sizin. Tabaklar, kaşık çatallar plastik. Ben balık köftesi, kereviz salatası ve elma suyu aldım. Tek kelimeyle nefisti. Ancak, çok yavaş servisleri var, pratik para hesabı yapamıyorlar. İlk karşılaştığım satıcı olduğundan, sadece o kişiye ait bir özellik sanmıştım, meğerse hepsi böyleymiş. Roma'da Trevis çeşmesindeki bir figürden etkilenerek yapılan Havis Amanda'yı ve Kauppatori meydanının tam merkezindeki Czarina Stone ( Tsarina taşı)nı gördük. Bir sütun var, tepesinde de iki başlı bronz kartal. Küre ve çift başlı kartal Rus İmparatorluğu'nun sembolleriymiş. Anıt Çariçe Alexandra Feodorovna'nın son ziyareti onuruna 1835 yılında inşa edilmiş.Güzel havalarda, kapalı halini gördüğümüz balık pazarı Tsarina Taşı'na kadar kaldırımlara kuruluyormuş.
Helsinki Üniversiteler semtinden arabayla geçip, karlarla dolu bir parkta durduk, burada bir anıt var ve çok ilginç. Altı yüz çelik boru ile yapılmış, bir müzik aletini andırıyor, ünlü Finli besteci Sibelius için yapılmış ve 80. doğum gününde de açılmış. Henüz öğleden sonra olmasına rağmen hava kararmaya başladı, gerçi karlı olduğundan karası da tam kara değil, lacivert gibi. Bu masalsı havada iki tane kilise ziyaretimiz var. Uspenski Katedrali ve Rock Curch( Temppeliaukion Kirkko)

Uspenski Katedrali'ne dışarıdan bayıldım. Kırmızı taşlardan yapılmış, kubbeleri yeşil. İçinde tadilat vardı, izin verildiği kadarını gördük. İki kez hırsızlık olmuş, çok kıymetli ikonlar çalınmış, birisi bulunmuş, diğeri aranıyormuş. Onun için değerli şeyleri rahiplerin bulunduğu bölüme kaldırmışlar. Rock Curch'e gelince, adı üstünde kaya kilise. Bir kilise yapmak istemişler ve mimari proje yarışması açmışlar, bir çok ünlü mimar katılmış, bir de o mahallede oturan iki genç kardeş. O kadar uçuk kaçık bir şey önermişler ki kendileri bile kazanınca şaşırmışlar Mağara gibi bir kilise, kayalar oyularak yapılmış, kubbesinde de bakır borular spiral şeklinde sarılmış. Kardinal ya da papa, işte her neyse buraya gelip ibadet etmiş ve şimdiye kadar tanrıya en kolay ulaştığım kilise demiş. Mutlaka görmelisiniz denen Helsinki Tren İstasyonu'nun binası ve girişini gördüm, maalesef içine girmeye vakit yoktu. İstasyon'dan sonra, yürüme mesafesinde Modern Sanatlar Müzesi var. Adı gibi modern, katlardan birbirine geçişler, sunuş şekilleri. Her zaman neler oluyor bilemiyorum ama benim gördüklerimin tümü düzene protest ürünlerdi. Scandic Marski otelde kaldık. Kuzeyin otelleri hep rahat, kahvaltıları hep lezzetli. Akşam yemeğini, çok hoş bir görsel şölenle, nefis bir şarap eşliğinde yedik. 
Bir de ünlü Kappeli Cafe'si var. Kapısında kocaman bir Sibelius posteri vardı, berryli bir tatlı yedim ve yanında kahve ( Fin kahvesi istedim, daha önce okumuştum, Türk kahvesi gibi telveli ve sert olduğunu düşünmüştüm ama değildi).
Rovaniemi- Sinatti İgloo Otel

   Helsinki'den uçakla bir buçuk saat kuzeye çıktık. Rovaniemi Havaalanı, küçük ama pek güzeldi. Işıklı geyik heykelleri dile gelecek ve ''Heyy kuzeydesiniz artık'' diyecek gibiydiler. Rovaniemi Alanya ile kardeş şehirmiş. Ayağımızın tozuyla, pardon karıyla, Arktikum Kuzey Kutup Müzesi' ne gittik. Burası interaktif bir müze. Cafesi, kütüphanesi, bölgeyi anlatan resim, film, ışık gösterileri var. Etnoğraya bölümünde, günlük kıyafetler, tören kıyafetleri, eskimolar'ın yaşam objeleri sergileniyordu. Hafif loş bir ışık altında sanki gerçek gibiydi. Hele bir kutup ayısı var dı ki, sanki adım atıp, üstünüze gelecek gibi. Müze'den çıkışta lapa lapa kar yağıyordu. Kar çok güzel tabi ama hava kar esnasında bulutlu olduğu için Aurora Borealis ( kuzey ışığı) görmek zor olurmuş, biraz üzüldük. Gerçi gezimin son anına kadar, belki görebilirim umudumu hep taşıdım.Müze sonrası, hayatımın en güzel deneyimlerinden birisini yaşadığım İgloo Hotel'e geldim. On dört numaradayım, tavan camdan yapılmış bir kubbe, içerisi sıcacık, tavandan üstüme doğru yağan karı seyrederken hayal mi, gerçek mi diye arada kendimi çimdikledim. Odalarda kuzey ışığı alarmı var, açık konuma getirince neler oluyor, deneyimleyemedim. Açık konuma getirdim ama ışık çıkmayınca alarm çalmadı maalesef. Aurora Roma mitolojisindeki şafak tanrıçasının adıymış, Boreas ise kuzey rüzgarının adı. Etraf diğer iglolar, içinde iki ren geyiğinin dolandığı bir bahçe, lobi-cafe-restoran kısmından oluşuyor. Geç saatlere kadar uyumamak için direndim. İgloo ve ben, çok çok güzeldi.
Rovaniemi-Santa Claus

   Buzda balık tutmayı öğrenip ( daha önce Kars'ta, donmuş Çıldır Gölünde bir deneyimim var) Noel Baba Köyü'ne gideceğiz. Önce Safartica'ya gidip, özel kutup giysisi seçildi. Çok büyük görünüyor ama her tarafı fermuarlı, kendi giysilerinizin üstüne giyiliyor, rüzgar, soğuk, su, kar geçirmiyor. Kıyafetler ufak yardım ve tariflerle giyildi, kahkahalarla gülündü, fotoğraflar çekildi. Ve göle geldik, bir türlü gölün adı konusunda uzlaşılamadı, bizim rehberimiz, yerel rehber, gölü delen tirbüşoncu hep ayrı ayrı göl isimleri söylediler, hak vermek lazım, çünkü ülkede atmış bin kadar irili ufaklı göl varmış, ben kısaca göl diyorum. Deldik denedik, maalesef, kimse balık tutamadı. Çıldır'da farklı bir teknik uygulamışlardı ve tutulmuştu. Sonrası oyun, buzda yürü, buzda kay, kara yat. Bir gün bir yerel radyocu program yaparken, şaka olsun diye demiş ki'' Biliyor musunuz, Noel Baba yaşıyor, Rovaniemi'nin köylerinden birisinde yaşıyor'' Ardından bölgeye binlerce mektup yağmış, talepleri karşılayamaz hale gelince ve olay turistik bir nitelik kazanınca yapay bir köy kurmuşlar. Santa Claus yani Noel Baba Köyü. Arctic Circle ( Kuzey Kutup Dairesi) tam köyün ortasından geçiyor. Hani karlar içinde, süsülü püslü yılbaşı kartları vardır ya, işte aynısı ve siz içindesiniz. Köyün ortasında bir postane var, oradan çocuklarıma kart attım, 2017'ye girerken gönderilecek. Noel Baba evine girdik, onunla fotoğraf çektirdik. Ama sadece çektirdik, fotoğraflar o kadar pahalı ki almadım.
Ardından öğle yemeği, kömür ateşinde somon ve bira, inanılmaz lezzetliydi. Eğer köye giderseniz deneyin( Santa's Salmon Place) Sakın burayı restoran sanmayın, ortasında ateş yanan bir eskimo çadırı, balıklar ortada pişiyor. Bu köyde konaklamak için minik kulubeler var, ben köye yarım saat uzaklıktaki şehirde kaldım ( Santa Claus Hotel)
Snowmobile-Geyik ve Husky safari

   Sabah kahvaltısı önemli, tıkabasa yiyorum. Ne zaman kuzeye gitsem, hiç yemediğim kadar reçel yiyorum. Rovaniemi'nin çok lezzetli ,saf çavdardan bir ekmeği var. Kesinlikle kilo alacağım. Kahvaltı sonrası yine Safartica'dayız. Ülke içinde bir çok noktada bu şirketin şubeleri varmış. Elbiseleri bir gün önce almıştık zaten, ek olarak çorap, ayakkabı, eldiven alıyoruz. Kuzeye gidiyorsunuz, kalın giysi götürmediniz mi diye düşünmeyin, onların verdikleri farklı, bunlar kutup giysileri. Giyiniyorum ve artık, snowmobile (kar motoru)dayım. Donmuş nehirlerin üstünden, karlarla kaplı ormanların içinden ilerliyoruz. Ama anlayamadığım şey, kendi giysilerimin üstüne, onların verdiklerini de giymeme rağmen, ayaklarım, burnum, gözlerim donuyor. Telefonum dondu, artık fotoğraf çekemiyorum, o donmasa bile eldiveni çıkarıp tutmam imkansız zaten. Aslında daha uzaktaki bir ren geyiği çiftliğine gitmek planlanmış olsa da, daha yakına gidilmesi düşünülüyor. Çünkü bir gün önce -8 derece olan hava, aniden -28 olmuş. Ani düşüş geceye devam ederse dönüş imkansız olur diyorlar. Güya yakın mesafeye geldik, ayaklarımı hissetmiyorum, ortasında ateş yanan kulubeye kendimizi atıyoruz. Bir şaman ayini başlıyor. Şaman yavaş olmamızı söylüyor, hayatı doya doya yaşamamızı, anın değerini bilmemizi, ortadaki sıcak korları kırıyor, alnımızın tam ortasına islerini sürüyor, bu islerle uyuyacağız ve üçüncü gözümüz açılacak.( Ben alnımdaki isimi unuttum, akşam otelde saunaya girdim) Ayaklarımız ısınıyor, nefis yöresel el yapımı kurabiyeler yiyip, baharatlı geniz yakan bir içecek ikramını kıtlıktan çıkmış gibi kabul ediyoruz. Sırada Ren Geyiği ve Huskyler var. Bunlar nispeten daha kolay, çünkü katedilen mesafeler daha kısa, ateş başında telefonum çözüldü, fotoğraf da çekebildim. Ren Geyiklerinin tek taraflı boynuzlarını kesmişler, böyle olunca hayvanlarda özgüven sorunu oluyormuş ve itaat etmeleri daha kolay oluyormuş. Huskylere gelince kahverengi gözleri vardı, hatta bunlar çakma husky diye gülüştük, meğerse değişik ülke huskylerinin, değişik genetik özellikleri varmış. Tüm bunlardan sonra, geleneksel bir kulubede patates püreli ren geyiği eti, tarçınlı kurabiye, değişik berryli bir şerbetten oluşan yemeğimizi yedik. Verilen informasyonda, Kalakukko diye bir yemekten bahsedildi. En ünlü yemekleriymiş, çavdar ekmeğinin içine balık veya domuz eti dolduruluyormuş. Deneme fırsatım olmadı. Laponya'da Ren Geyiklerinin sayısı insan sayısından fazlaymış. Yani yabanileri de var da, çoğu çiftliklerde beslenenler. Çiftçilere kaç tane geyiğin var demek büyük kabalıkmış, sormadım zaten, merak da etmedim.
Ajos-Kemi

   Ajos, Baltık Denizi'nin en kuzeyinde ki liman. Buradan ilk ve tek turistik buzkıran gemisi Sampo'ya bindim. Yolculuk dört saat sürecek dendi. Baltık Denizi buz tutmuş, liman neresi, şehir neresi, deniz neresi belli değil. Malatyalı bir genç, burada Üniversite okumuş ve bu gemide çalışıyormuş. Bize rehberlik yaptı, gemi nasıl güzergah tesbit ediyor, buzları nasıl kırıyor, kırık buzların arasında nasıl yüzülür ( daha doğrusu, özel plastikimsi giysiler var, bulaşık eldivenlerine benziyor, hatta o eldivenlerle aynı renk, kırmızımsı. Kıyafetlerinin üstüne onları giyip, görevlinin yardımıyla buzlu denize sırt üstü yatıyorsun. Ama adı yüzmek:))) ) Bir yerde durduk, oldukça açıldık sanıyorum. Gemiden indik ve denizde yürüdük. O kadar soğuk ve şiddetli bir rüzgar vardı ki, ayakta bile durmak güçtü. Bütün bunların üstüne, yemek saati geldi ve ceylan çorbası içeceğiz denince, önce ceylana içim acıdı, sonra ee ölmüş artık dedim ve hayatımda yediğim en lezzetli çorbalardan birisini yedim. Yolculuk sonrası, 15 km. uzaktaki Kemi'ye gittik
Kemi- Snow Castle ( Buz Hotel)

   Önce nehrin donması bekleniyormuş, sonra bu buz kalıpları nehirden kesiliyormuş . Her yıl, ocak ayının ortalarından, mart başına kadar misafir kabul eden, buz otel inşa ediliyormuş. İşte, bu Buz Hotel' de kaldım. Otelde her şey buz, lobi hariç. Restoranda masalar buz, bar buz, heykeller, duvarlar, yerler, tavanlar hepsi buz. Yemeği buzdan masalarda yedik, çok hızlı yenen ve lezzetini çok sevemediğim bir yemekti. Kuzey yemeklerinde olmadığını sandığım değişik bir aroma, değişik bir baharat vardı, bardak masaya yapıştı. İç mekanlar -5 dereceymiş. Merak etmeyin dış ısı düşse de içerisi sabit ısıda kalacak diye informasyon verildi, sevindim, -5'e sevindim. Sonra oda şartları anlatıldı, uyku tulumları nasıl giyilecek tarif edildi. İçiçe iki tulum var, içindeki polar bir tulum, dışı bildiğimiz uyku tulumu, sadece, baş kısmında öne kıvrılan siperlik gibi bir şey var. Burundan çıkan nefes, sipere çarpacak geri dönecek, kar maskesinin dışında kalan yüz kısımlarının donması engellenecek gibi bir mantığı var. Bu planlanırken, insanın uyurken pozisyon değiştirdiği, döndüğü düşünülmemiş. Odaya girdim, bir koku var, kendi kendime buzun kokusu dedim, sonra buzun kokusuz olacağını düşündüm, meğerse şiltenin üstündeki ren geyiği postları kokuyormuş. Bu şartlarda uyudum, sabah siper yana kaymış, yüzüm ve tulumdan dışarıya çıkardığım sol elim donmuş olarak uyandım. Lobiye koşarak gidiş, on bardak çay içiş sonrası aynaya baktım ki, maskeden açıkta kalan yerler, 1.derece yanık gibi kıpkırmızı. Çok özel deneyimlerdi, mutlaka gidin ve görün, anlattıklarımın hepsini yapın, korkmayın. Buz otelde de uyuyun ama işte oradan korkun.








Bİ DE BUNLAR VAR

0 yorum