hekimanne'den cennetin anahtarı

Yudumunda sevgi, hasret, şefkat var

15:43

En azından ilgi, sevgi, yuva vardı içeriğinde. Bedenime ve ruhuma hepsi geçti biliyorum
Kahvenin ağacı varmış. Kakao ağaç kabuğu değilmiş. İnsan bu kadar mı meraksız olur. Gerçi arada bunlar nasıl elde ediliyor acaba diye bir soru zihnimi yalar geçerdi de, cevabı araştırmazdım. Halbuki kakao göreceli olarak hayatıma sonra girdi ama gözümüzü kahveye açtık. Babaannemin küçücük bir cezvesi vardı, şahsına özel, bakırdı sanırım, belki de pirinç. Neyse evimiz sobalıydı, iyice nar gibi olan közleri annem maşayla tutar,küllerini silkeler ve mangala itinayla yerleştirirdi. Artık bu yanmış odun, duman ve koku çıkarmazdı, sürekli bakıp kırmızı-turuncu-sarı oynaşmaları seyrederdim. Babaannem cezvesine bir fincan su koyar, evde kavrulup, el değirmeninde çekilmiş kahveden bir tepeleme çay kaşığı ekler ve hiç karıştırmadan cezveyi közlere gömerdi.

Kuru kahvenin ısınan suya gömülüşünü izlerdim, çay kaşığının ucunda azıcık şekeri , kabaran köpük tam taşarken eklerdi. Erken eklenen şeker köpüğü öldürürmüş. Şeker eklediğine bakmayın, çok acı olurdu babaannemin kahvesi. Bu ritüel, günde dört beş kez uygulanırdı. Ben çocukken arap olursunuz diye çocukların kahve içmesine müsade edilmezdi. Ama babaannem azıcık tattırırdı bana, o kadar sarışındım ki biraz arap olmak korkutmazdı gözümü. Yıllar sonra kendi kahve ritüelimi oluşturduğum zaman ne soba vardı ne de mangal, mecburen ocak ateşinde yapardım, şimdilerde kahve makinem var. Yani torunlarıma, seyredecekleri, kalplerini ısıtan bir ritüel bırakamıyorum. Biraz onun için yazıyorum zaten. İleride okusunlar beni diye. Kakaoya gelince, ne zaman tattım, ilk ne zaman satın aldık hiç bilmiyorum. Kakao gece yatmadan süte eklenen mis kokulu bir tozdu benim için. Bir de misafir geleceği zaman annem düdüklü tencerede kek yapar, evi hatta mahallemizi mis gibi kokuturdu, işte o keke karıştırırdı kakaoyu, hiç bir kek diğerine benzemezdi, hepsinde farklı şekillerde garip kakao yolları olurdu. Sonra Tıp Fakültesinde okurken, sakın demişti bir hocamız, sakın süte başka madde eklemeyin, emilimini bozarsınız. Sonra içtiğim bütün sütleri sade içtim. O uykulu gözlerle yatmadan önce içirilen kakaolu sütlerin yararsız olduğunu düşünmek istemiyorum. En azından ilgi, sevgi, yuva vardı içeriğinde. Bedenime ve ruhuma hepsi geçti biliyorum.
Geçenlerde bir yazı okuyorum, kısa bir öykü, kahramanımız kahve çiçeklerinin kokusunu içine çekerek yürüdü gitti......Birden durdum, allah allah dedim, kahvenin çiçeği kokar mıymış, kahvenin kokusu hepimizin malumu ya çiçeği. Ve artık dayanamadım, araştırdım.



Kahve ağacı ilk kez Habeşistan'ın Kaffa yöresinde bulunmuş, ismide buradan geliyor. Eni konu bir ağaç, beyaz çiçekleri var. Ve yasemin ve portakal çiçeğine benzer kokusu varmış, bu muhteşem öykülere konu olan mis kokulu çiçekler, açar açmaz solmaya başlıyorlarmış, çiçekler sonra meyveye dönüşüyor, bunlar da kiraza benziyor
ve nihayet bildiğimiz kahve bu meyvenin çekirdeği. Ama toplandıktan sonra bir çok işleme tabii tutuluyor. Bazı kahve ağaçları yanardağ eteklerinde yetişirmiş ve kahveleri kül kokarmış, bunun da meraklısı çokmuş.
Kakaoya gelince, çikolatanın hammaddesi, onun da ağacı, çiçeği, bitkisi var. İlk kullanım Mayalar ve Aztekler' de olmuş, onların tören içkisiymiş.


Kakao meyvesi çok tuhaf, olgunlaştıkça rengi koyulaşıyor, içi tohum dolu, işlenmesiyle ilgili bir de video buldum, çok emek var çok.


Bu ikisi bizim de tören içkimiz olsun. Sadece kendimiz için bile hazırlıyorsak, fincanımız, işlemeli cam bardakta suyumuz, güllü lokumumuz, minik tepsimiz, olsun, törensel olsun işte

Bİ DE BUNLAR VAR

0 yorum