hekimanne'den cennetin anahtarı

Cinayete kurban gittiğim zaman

15:38

Bir kadın vardı medyum gibi bir şey. Ama fal bakmıyor, sen durumundan bahsediyorsun, o da ne ediyorsa artık


   Hayatı ve kendimi sevmeye ne zaman başladım? Hiç bilmiyorum. Nerede başladım? İşte onu biliyorum. Bir yer yatağında başladım. Yumuşacık, sabun kokusunu hatırlıyorum. Bu koku lavanta, karanfil veya gül de olabilir. Derin, derin nefes almak istemiştim. Kokuyu hatırlamaya çalışıyorum. Çocukluğun, masumluğun, neşenin, coşkunun, umudun kokusuydu. Tahta bir sandalye vardı, el oyması süsleri olan, katlanan bir sandalye, onun üstüne çıkıyor ve yerde serilmiş kokunun yumuşak kollarına kendimi atıyordum. Çevrem hep kalabalık olurdu, kimlerdi hatırlamıyorum, ablalarım, kuzenlerim olabilir.
   Sevmelerimin, salıncakla da ilgisi oldu , rüzgara karşı, buluta karşı uçmalarım hep sevgidendi. Sonrası zorlu eğitim yıllarım. Hayatı algılama ve dolayısıyla onu sevme şeklim tam da bu yıllarda, güvensizlik duvarına sert bir şekilde çarptı, daha doğrusu tosladı. Yavaş yavaş neyi, kimi, nerede, nasıl seveceğimi karıştırdım. Birden paranın gücünü keşfettim, kendime bir aile yaptım. Ailemi, sahip olduğum bir kutuya benzetiyorum. Bir kutu, küçük bir sandık aslında, tahtadan yapılmış, sanırım abanoz, tam kilit yerinde fildişinden değişik bir süsü var. Bütün olarak bakılınca, insanın bir daha bakası geliyor. Eni konu güzel bir sandık. Aldım veya hediyeydi, artık bir önemi kalmadı, çünkü çöpe attım. İşte onun içinde yaşadıklarımdan notlar vardı, hayat hikayesi denebilir, daha çok günlük gibi. Gerçi günlük gibi birbirini takip eden günler ve yazılar değil. Daha ziyade, gerçeğin süslenmemiş çıplak hali, saf mutsuzluk halinin yazıya dökülmüş şekli. İşte kurduğum ailem böyleydi, anlaşıldığı gibi dışarıdan bakanlar kutuyu gördüler.

   Kokunun izini tekrar nasıl buldum? Anlatayım, bir iguana vardı. İzmir'de, çalıştığım işyerinin bahçesindeydi. Beni kimsenin görmediği gibi, ben de onu çok uzun süre görmemiştim. Bir gün öğlen yemeğinden dönerken, çalışanlardan birisinin omzunda rastladım ona. Kısık gözlerinin ardından amaçsız ve duygusuzca bakıyordu. Sanki aynada kendimi görüyorum, aynı bakışlar. Meğerse bahçeye bırakılalı bir yıldan fazla olmuş. Arkadaşım, onu omzundan aldı ve ağacın dalına bıraktı, dalın rengini aldı ve görünmez oldu. Odama döndüm, işime başladım, sonra markete gittim, eve döndüm, yemek yaptım, annelik görevlerimi yerine getirdim, çocuklar uyudu. İşte o anda hafifçe daldan başımı kaldırdım. Hayatım daldaki bukalemun gibiydi, o kadar uyum sağlamıştım ki, kutum öyle şıktı ki.

   Kokuyu aramalarım, tam da o tarihlere rastlar. Daldan ayrılıp, kendi rengimde yol alma isteğim giderek arttı. Çünkü sandığım, içindeki kağıtlardan zor kapanır oldu. Ucundan, köşesinden, bucağından, içindekiler okunur oldu. İşte o kağıtlar benim dışımdakilerce de okunmaya başladıkça, sevginin kokusu uzaklardan bir yerden tütmeye başladı. Meğerse süreç, yumurtanın kırılması gibi, rahimden binbir acıyla itilip doğmak gibiymiş. O aralar, neler olduğunu anlamıyorum, korkunç bir iç sıkıntım ve hayal kırıklığım var.

   Uçan kuştan medet umuyorum. Bir toplantıya katıldım. Bir kadın vardı medyum gibi bir şey. Ama fal bakmıyor, sen durumundan bahsediyorsun, o da ne ediyorsa artık. Denize düşen yılana sarıldı toplantısı. Alsancak'ta, 2. Kordon'da bir binanın zemin katındayız. Kadının arkadaşının eviymiş, yaptığı her neyse, gizli sanırım. Karşılıklı oturduk, dağınık saçlı, hafif toplu, uzaktan nargile gibi, pipo gibi bir koku geliyor. Sen doktormuşsun dedi, öyle dedim. Güzel kadınsın dedi, öyle diyorlar dedim. Cinayete kurban gitmişsin dedi. Aman allahım dedim, nasıl bildi, nasıl gördü sorgulamıyorum. Önceki hayatımda mı dedim. Hayır dedi, bu hayatında ölmüşsün, öldürülmüşsün. Söz bitti, kalkıp gitmek istiyorum, kapıdan çıkarken de, delisin sen demek istiyorum. Ama bir şey kıpırdamamı engelliyor. Bir süre ikimizde sustuk. Gitmedin dedi, demek ki, geri gelmek istiyorsun. Kadını zor görür hale geldim, gözlerimden yaşlar boşanıyor, önümü ıslatıyor, burnum akıyor. Bir süre daha öylece oturduk, ağlamam azaldı. Katil kim bilmek ister misin dedi. Cevap ne acaba diyorum, annen olabilir, büyük ihtimalle kocan diyecek, belki düzen, çevren, toplum....vs. Evet dedim katilim kim? Sensin dedi, kendini sevgisizlikle öldürmüşsün. Şimdi git artık dedi. O kuyu gibi evden, apar topar serin bir İzmir akşamına çıktım, deniz kıyısına gittim. Kendime soruyorum, kendini sevmek ne demek? Bir yandan da kızıyorum, senin gibi akıllı, eğitimli, eşli dostlu bir kadın ne hallere düştü, onu ne hallere düşürdün diyorum. Ölmüşüm, üstelik katil kendimim, hala elaleme karşı şekil peşindeyim.

   Sonra ne ara kendimi tekrar sevdim, mezardan çıkardım, dirilttim bilmiyorum. Gerçekleri yazdığım kağıtları, başkası okuyacak korkusu olmadan ortalıkta bıraktığım gün olabilir. Anneanneme ait bir yazmanın çekmeceden onun kokusuyla beraber çıktığı gün olabilir. Kızımla göz göze geldiğimde eleştri değil, gurur gördüğüm gün olabilir. tekrar salıncağa binip gür gür akan bir dereye doğru sallandığım gün olabilir. yolculuğa çıkarken yolun gittiği yere aldırmadığım gün olabilir. Olabilir, hepsi olabilir.
 

  

Bİ DE BUNLAR VAR

1 yorum

  1. Nasıl bu kadar güzel anlatılır! Bu Ülke de kaç kadın yaşıyor bu yaşadıklarınızı kim

    bilir!???

    YanıtlaSil