hekimanne'den cennetin anahtarı

Sen hiç rüya gördün mü ?

15:46

Hayatımızın neredeyse yarısı, bilinç dışında geçer. İşte rüya bilinç dışının dile gelmesidir.
Rüyalar hakkında düşünmeye başlayalı uzun zaman oldu. Ben çok rüya gören, bunları da çoğunlukla hatırlayan birisiyim. Çocukken, gördüğüm rüyayı, ballandıra ballandıra anneanneme anlatırdım. O da, hayırdır inşaallah diye dinler, beni çok büyük zenginliklerin, çok yüksek mevkilerin beklediğine dair yorumlardı. Yani, tam atasözümüzdeki gibi, '' Keramet görende değil, yoranda''.

 Ve yıllar geçti, rüyaları görmeye devam ettim. Ama artık hekim kişiliğim devreye girmişti. Bilimsel bakış açımla dedim ki; Uyku sırasında beyinde kimyasallar üretilmeye devam eder, bazı bölümler uyurken, aktif olarak çalışmanın durdurulamaması sonucunda beynin beklenmedik tepkiler vererek uyarılması kaçınılmazdır. Yani kısaca,beynin çalışması son derece sıradan kurallara tabi olduğu için, rüyalar da aynı kurallara tabidir. Bir süre sonra, rüyalarım iyice karmaşıklaşınca, bu iş o kadar da sıradan bir uyarılmayla açıklanacak gibi değil dedim ve gecelerin sesine başka türlü bakmaya başladım. Bunu Jung'u okumaya başlayınca da yapmış olabilirim.
Carl Gustav Jung
İsviçreli bir psikiyatr. Sıra dışı bir doktor, kendisi hakkında internetten çok geniş bilgiler edinebilirsiniz. Onun hakkında okurken, kendimi daha çok sevdim. Mesela, Freud beni hep karamsarlığa itmiştir, onun varsayımları kendimi kaybedilmiş vaka gibi hissetmeme neden olmuştur. Ama Jung der ki '' Davranışlarımızı tümüyle çocukluk deneyimlerimiz değil, geleceğe yönelik hedeflerimiz, umutlarımız ve tutkularımız da belirler''
Jung'un, rüya nedir sorusuna verdiği cevabı merak etmemek mümkün mü? İşte bundan sonra yazacaklarım, onun dediklerinden anladıklarım. Sanıyorum onu okursanız, siz başka şeyler anlayacaksınız. Herkes ihtiyacı olanı alacak ondan.
Jung'a göre 
Biz 1-Bilinç 2- Kişisel bilinç dışı 3- Kollektif bilinç dışından oluşuyoruz.
Kişisel bilinç dışımızda baskılanmış çocuksu isteklerimiz var, kişiliğimizin içinde şekillenen daha ufak bir kişilik gibi. Kollektif bilinç dışı'nın içeriklerine Arketipler deniyor. Arketiplerde neler yok ki. Persona ( Maske) Başkalarıyla ilişkiye geçtiğimizde giydiğimiz maske bu. Eğer bu durumun aşırı egemenliğine girersek, sürekli gerilim yaşarız. Anima, erkeğin içindeki kadın yönü. Animus Kadın'ın içindeki erkek yönü. Gölge, temel iç güdülerimiz, kişiliğimizin hayvana benzeyen yanı, evrimin ilk basamaklarından bize kalan miras.

Her şey nasılda karışık görünüyor. Aslında öyle değil, Jung uzlaşın diyor. Eğilimlerinizi evcilleştirin. Bilinç altı, spontanlığın, iç görünün, yoğun coşkuların kaynağıdır, nasıl yokmuş gibi davranabiliriz. Eğer egomuz ve gölgemiz işbirliği yaparlarsa, yaşam dolu ve canlı oluruz.
Bilinç dışı, yağdaki sinek gibidir, insani yapımıza tutunmuştur, sanki özlem duyduğumuz berraklığı gölgeleyen dünyeviliktir. Halbuki gölge olmadan ışık olmaz, kusur olmadan psişik bütünlük olmaz. Kendini tamamlamak için, hayatın mükemmelliğe değil, tamlığa ihtiyacı vardır.

İşte ilk insanlardan bu yana, pek çok kadim gelenekte de ulaşılmaya çalışılan bu birlik ve bütünlük, Mandala ( sihirli halka) sembolü ile temsil edilir. Yani mandala, bireyin bilinçli veya bilinç dışı bütünselliğinin simgesidir. Tarihte bulunmuş ilk mandalalar, yontma taş devrine ait ( Rodos taş resimleri)

Kısaca Jung diyor ki, bilinç ve bilinç dışındaki karşıt güçleri uzlaştırabilir ve üçüncü bir kimlik oluşturabilirsin. Bir Hindu tapınağının girişinde yazdığı gibi ''İnsan, kendini tanı ve yeniden biçimlendir''

İşte yine can alıcı bir noktadayız, ben kimim dediğimiz zaman, cevaplar hep bilinçten gelir. Uyanıkken bilinç o kadar gürültü yapar ki, bilinç dışımızın sesini duyamayız.

Bilinç dışı, bilinçli zihnin önemsiz ve gerçek dışı bir uzantısı değildir, çok önemlidir, kendine ait yasaları vardır. Bilinç dışı bizimle gece konuşur, rüyalar geceye ait kısmımızdan gelen esrarengiz mesajlardır. Bazı rüyalar nedensel, bazıları beklentiseldir. Yeter ki anlayalım, anlayınca hiçbiri belirsiz değildir.
Rüya bastırılmış duyguların hayalen giderilmesi değildir. Hayatımızın neredeyse yarısı, bilinç dışında geçer. İşte rüya bilinç dışının dile gelmesidir.
Bilinç dışı, hayattan bastırılarak dışlandığında, yanlış yorumlandığında, küçük görüldüğünde ortaya çıkar. Sembollerle konuşur. Bu semboller bazen hepimizin rüyalarında aynı anlama gelir, kollektif bilinç dışımızla ilgili değişmeyen sembollerdir bunlar. Birde bize ait, göreceli olarak, görülen rüyaya göre değişen semboller vardır. Yani her sembolün ne anlama geldiğini çözmeye çalışarak rüya anlaşılamıyor. Sembollerin etraflarındaki ilişkiye yoğunlaşmak lazım.
Rüya yorumlamak zor mu?
Ben, bir rüya defteri aldım. Sabah, uyanır uyanmaz hemen gördüğüm rüyayı yazıyorum. Yapılan çalışmalara göre tüm gece beş-yedi rüya görüyormuşuz. Sabah en son gördüğümüzü hatırlıyoruz.
Rüyamızı yazıyoruz. İçindeki sembolleri ayırt ediyoruz. Anne, baba, at, savaş,deniz, merdiven, kim olduğu bilinmeyen kişi, yürümek, horoz, yılan, domuz, yüzmek, uçmak, mağara, doktor, pilot, ayna, yuvarlak herhangi bir şey, araçta gitmek, yer altına girmek, bilinen-tanınan arkadaşlar, dinsel ayinler, geometrik şekiller, güneş, hava, renkler........vs. Hepsinin artık ne anlamlar içerdiğini biliyorum. Aralarındaki ilişkiyi çözmeye çalışıyorum. Bunun bir formülü yok. Adım adım öğreniliyor. Şimdiye kadar ihmal ettiğim sese kulak veriyorum. Bilincim ve bilinç dışım bağdaşmalı, ben ikisi arasındaki doğru yerimi bulmalıyım. Jung, rüyaların sesini dinleyerek bütünlenebiliriz diyor. Sadece bilinçle yaşanan yaşam, yaşam değildir. Yoksa insan hayatı dehşete düşülecek kadar anlamsızdır. 
O zaman, ruhunuzda olanları sessizce seyredin, en fazla ve en iyi şeyler dışarıdan ve yukarıdan müdahale edilmediğinde oluyor. İnsanın kendine emek vermesi ve ruhunda gelişebilecek bir şeyler olduğunu anlaması önemli. Yaşamın akışı ve ateşi beni içine aldı, teşekkürler Jung........

Bİ DE BUNLAR VAR

0 yorum