hekimanne gezerken

Gündüz seyranlık, gece gerdanlık MARDİN

15:59


Yollardayım
Sabahın seherinde Diyarbakır hava alanına indik. Aslında Mardin'de de hava alanı var, bizim güzergahımız Diyarbakır'dan başladı. Hava alanı iki katlı, soğuk görünümlü bir askeri bina gibi, şehre ilk kez gelenin gözüne çarpacak hiç bir özelliği yok. Bu kent hakkında şimdilik bu kadar, konumuz Mardin. Küçücük bir grubuz aslında ama renklilikte büyüğüz, aramızda Türkolog,oya araştırmacısı yetmiş beş yaşında bir hanımefendi, yerel kültür derlemecileri var. Tur minübüsü bizi hava alanından aldı. Diyarbakır Mardin arası 96 km. rahat, trafiksiz bir yol. Türkiye'nin iki kenti arasındaki her hangi bir yoldan farkı yok. Uykusuzluk ve yediğim hamur işlerinden olsa gerek yol boyu uyukladım....
Veeee Mardin



İki Mardin var. Eski ve yeni, güzel ve çirkin gibi. Yeni Mardin, her yeni Türkiye şehrinde olduğu gibi, ne idüğü belirsiz birbirinin aynısı toki ucubelerinden ve benzeri binalardan oluşuyor. Yeni Mardin'de iki yapı dikkatimi çekti. Mardin Devlet Hastanesi özene bezene yapılmış ve Artuklu Üniversitesi ana binası farklılığını hemen belli ediyor. İlk durağımız Deyrul Zafaran Manastırı. Burası 640 yıl boyunca Süryani Ortodoks Patrikliği'nin merkezi olmuş. Deyrul arami bir dil olan süryanice'de yer demek. Zafaran da safrandan geliyor. Safran yeri manastırı yani. Manastırın hemen dışında bir kafeterya var, dolaşmadan önce safran çayı ikram ettiler.
Bildiğimiz siyah çaya, ki bu seylan çayıymış, safran, karanfil ve tarçın koymuşlar, içi hurmalı minik bir kurabiyeyle ikram ettiler. Değişik ve lezzetliydi. Bu manastır 5. yüz yılda yapılmış. Manastırlar değişik bölümlerden oluşuyor. Mesela bir güneş tapınağı var, her manastırda olan Meryem anaya saygıyı gösteren Meryem ana kilisesi var, Mor Hananyo kilisesi ( kubbeli kilise) var. Mor aziz demek, o manastır için hangi aziz önemliyse onun adıyla anılan bir kilise olurmuş. Bir de azizlerin mezarları var. Mesela bu manastırda elli iki Süryani patriği'nin mezarı varmış. Süryani azizleri ayin giysileriyle ve oturarak, yüzleri doğuya dönük gömülürlermiş. İsa ikinci kez doğacak, doğudan gelecek, oturup saygıyla onu bekleyeyim anlamı varmış. Deyrul Zafaran sonrası eski Mardin'e, güzel Mardin'e, dünyanın dört yanından akın akın insanların görmeye geldiği gerçek Mardin'e girdik. Tek caddesi var, Cumhuriyet caddesi ( yeni adı 1. cadde). Bir kısmı çift yönlü trafiğe açık, yol daralınca sadece tek gidiş yönü açık kalıyor. Bu caddeye açılan ara yollar ancak insanların ve yük taşımak, çöp toplamak için kullanılan eşeklerin geçebileceği kadar dar. Mardin Mezopotomya ovasına bakan bir tepeye kurulmuş. Tüm evler taş, volkanik bir bölge olduğundan kullanılan kalker taşı çevrede bol miktarda varmış, çıkarıldığı zaman yumuşak olduğundan kolay işleniyor, süsleniyormuş, soğuk ve sıcağı görünce de sertleşiyormuş. Mardin evleri teraslama sistemiyle iki katlı yapılmış, evlerin tümü güneye bakıyor ve hiçbirisinin gölgesi bir diğerine gelmiyor. Şu anda restorasyon yapılan bir çok binada da aynı taşlar kullanılıyormuş. Abbara denilen yolların üstünden iki evi birleştiren yerler var. Yani bir tünelden geçer gibi evin odalarından birisinin altından geçiyorsun. Anlaşıldığı gibi Mardin'i dolaşıyoruz ama artık araba yok, Rehberimizi dinliyoruz, önerilerine uyuyoruz, Mardin'i yürüyerek gezeceksiniz dedi, yürüyoruz. Zaten küçük olan grubumuz, merdiven ve yokuşlarda zorlananların ayrılmasıyla bir kaç kişi kaldı. Mardin;in içi açık hava müzesi gibi. Kasımiye medresesi, Kırklar kilisesi, Latifiye camisi, Ulu cami, Zinciriye medresesi, Kız teknik lisesi, eski postahane binası, Şehidiye medresesi, Sakıp Sabancı müzesi......Tümünü ince ayrıntı gezdik, fotoğraflar çektim, çevremizde bizimle her yeri dolaşan çocuklarla gençlerle konuşup şakalaştım.1100-1400 yılları arasında buralarda hüküm sürmüş bir Oğuz Türkmen beyliği varmış ( Artuklu beyliği). O kadar çok ismine rastladım ki, Artuklu üniversitesi var, Artuklu mimarlık bürosu, eczanesi, kuruyemişçisi, ilk okulu, kuaförü....vs. var. Mesela gördüğüm en zarif camiilerden birisi olan Latifiye camisi Artuklu dönemi yapısı. Renk geçişleri, sonsuzluğu anlatan geometrik desenler rüya gibiydi. Şehri gezerken gördüğümüz Mor Behnam kilisesi ( Kırklar kilisesi) 1500 yıllık yapılardan. Her kilisenin, ilk hristiyanların çektiği acılara ait öyküleri var. Behnam da, daha çocukken babası tarafından hristiyan olduğu için öldürülmüş. Sonra da azizlik mertebesine yükseltilip adına kilise yapılmış. 12. yüzyılda yine ilk hristiyanlardan kırk romalı askerin gömülü olduğu kırklar kilisesi camiye döndürülünce ( Şehidiye camii), askerlerin kemikleri Mor Behnam kilisesine aktarılmış, ondan sonra bu kilisenin adı Kırklar Kilisesi olmuş. Kırk hristiyan askeri, Kapadokya valisi Sivas'a getirmiş, buzlu bir göle atmış ve donarak ölmüşler, işte onlar Mor Behnam Kırklar kilisesinde gömülüymüş. Bu kilisede orjinal el yazması incil, rengarenk kök boya baskılı, dini motifli perdeler gördüm. Bolca da fotoğraf çektim. Gençler ve çocuklar bir kaç kişiyi çok seviyorlar. Cemil İpekçi, Murathan Mungan ve tüm Sabancı ailesi. Bu kişilerin ortak noktası Mardin'i sevmeleri olsa gerek.
Midyat---Matiate
Yazılı tarihi Asurlularla başlıyor Midyatın. Ve eski tabletlerdeki adı Matiate. Süryanice bir kelime köyüm, vatanım demek. Aynen Mardin gibi, eski ve yeni Midyat var. Güzel ve çirkin Midyat. Dolaşmaya, dünyanın ayakta kalmış, en büyük Süryani ortodoks manastırı olan Deyrul umur ( yaşam yeri) Mor Gabriel manastırıyla başladık. Manastırları Süryani gençler dolaştırıyor. Hepsinin devletle toprak sorunları var, mahkemeler çözememiş AİHM çözsün diye bekliyorlar. Her manastır gibi burada da eski zerdüştlük döneminden kalan güneş tapınağı, Meryem ana kilisesi, aziz kimse onun adına yapılan kilise ( buradaki Mor Gabriel), Azizler evi, Theodora kubbesi ve mezarlık var. Mor Gabriel'in mezarı da burada, mezardaki toprağın şifalı olduğuna inanıyorlarmış. Midyatı da yürüyerek dolaştık. Midyat konuk evi'nin ( Sıla dizisi seti olarak da kullanılmış) en üstüne kadar çıktım, yoruldum ama değdi. Tüm eski Midyat'ı, taş evleri, kiliseleri, camileri yukarıdan gördüm.
Dara- Anastasiapolis-----Mezopotamya'nın Efes'i
Mardin'e 30 km. uzaklıktaki bir antik kent. Tam da İpek yolunun üstünde. 2500 yıllık bir kent, nekropol ( kaya mezarları), su kanalları, sarnıçlar, sivil yerleşimler, kale hatta dünyanın ilk barajının kalıntıları burada. Perslerle, Romalılar arasında el değiştirdikçe adı da değişmiş. Ama son adı Dara, kurucusu Darius'tan almış adını. Yöre gençlerinin söylediğine göre ödenek olmadığından üç yıldır kazı durmuş, resmi hiç bir görevli yok. Çoluk çocuk, genç yaşlı var olanları koruyup kollamaya çalışıyorlar.
Kıllıt-Savur


Kıllıt, katolik, protestan ve ortodoks kiliselerinin üçünü de barındıran ilginç bir köy. Yarı terk edilmiş bir görüntüde. Bomboş sokaklarda çizgi-seksek oynayan bir çocukla karşılaştım. adı Kristina, ev şarabı yapıp satıyorlarmış. Köyde yirmi bir tane okul yaşında çocuk varmış. Küçük bir okul ve tek öğretmenleri var. Onun dışında asılı tek tük çamaşır dışında hiç kimsesiz bir köydü Kıllıt. Savur taş evlerin, kiliselerin bulunduğu küçük bir ilçe. Burada bir kaç Osmanlı Konağı gezdik. Hemen hemen her evin üstündeki su depoları, güneş enerjilerinin görüntüleri ilçeyi çirkinleştirmiş, mekanikleştirmiş.
Son nefesini vermek üzere olan güzellik Hasankeyf
Aslında Mardinle bir ilgisi yok burasının. Bizim gezi güzergahımzdaydı. Hasankeyf Batman'a bağlı bir ilçe. İlk yerleşim tarihi net değil, anlatmak zor, görmek lazım, görmek için de acele etmek lazım. Çünkü Dicle Nehri üzerine yapılacak Ilısu barajının suları altında kalacak. Su altı şehri olacak. Bu gezimin duraklarından birisi olduğu için bu kadarcık değineceğim. Uzun uzun başka bir yazımda anlatırım Hasankeyfi.
Ne yedim, ne içtim, nerede uyudum???



Pek çok eski Mardin konağı restore edilmiş ve butik otel olarak kullanılıyor. Ben de bunlardan birisinde İzala'da kaldım.1950'li yıllarda halk evi olarak kullanılmış. Mardinli bir iş adamı restore ettirip 2013 te turizme kazandırmış. Şehidiye camisi ile karşılıklı, 1. cadde üzerinde. Mardin'e has lezzetleri tattım. Kahvaltıda mutlaka bakısma ( yöresel peksimet) yedim. O kadar lezzetli ki, her gün yürüyüş için yanıma elma ve su alırken bir kaç tane de bakısma aldım. Hayatımda yediğim en lezzetli içli köfteleri yedim. Haşlanmışına ikbebet, kızarmışına ırok diyorlar. kaburga dolması muhteşemdi, ilginç bir tatlıları var, irmik helvasına benziyor, şehriyeli pilavları güzel, yoğurtlu buğdaylı mehir çorbası ya da mezesi süper....Misafirperverler, kibarlar, temizler, fırsatçı değiller, güler yüzlü ve çalışkanlar. Bu lezzetleri, bu özelliklerle sundukları için kilo alarak döndüm.
Olmazsa olmazlardan alışveriş
Mardin'de 1. caddenin üzeri iki yanlı mağazalarla kaplı. Kuru yemişçiler çoğunlukta. Badem şekerleri ( özellikle mor badem) karpuz ve kavun çekirdekleri, cevizli pekmezli sucuklar, fıstıklar bol bol her yerde var. Ben mor badem şekeri ve cevizli sucuk aldım. Az şekerli, çok lezzetliler. Bunun dışında Mardin ve Midyat'da Süryani şarapları yapan ve satanlar pek çok. Hatta Mor Gabriel manastırında yapılan nefis bir kırmızı şarap var, adı da Manastır Şarabı. Her damak lezzetine göre pek çok isim ve çeşit var. Telkari işleyen kuyumcular Midyat'da çoğunlukta, hepsi el yapımı olduğundan birisi diğerine benzemiyor, yalnız sıkı pazarlık yapmayı bilmek lazım.
Aklımda kalanlar







Köyleri, ilçeleri birbirine birleştiren yolların kenarları badem ağaçlarıyla dolu. Mardin bademinin tam çiçek açma mevsimine denk geldim, dağlar taşlar eflatun-pembe-beyaz çiçeklerle doluydu. Tüm satış yerlerinin tabelaları aynı büyüklükte ve aynı yazı karakteriyle yazılıydı. Yollar, ara sokaklar çok temizdi. Gece taaa uzaklardan Suriye'nin sınır köylerinin ışıkları görülüyordu. Ve Mardinliler kendi kentlerine '' Gündüz seyranlık, gece gerdanlık diyorlar''

Teşekkürlerim kimlere gitsin???
1-Antonina Turizm http://www.antoninaturizm.com/

2-Bilgili, güleryüzlü,efendi,entellektüel,sakin rehberimiz Davut Oğuzcan

3-Şöförümüz İbrahim

4-İzala Otel çalışanları

5-Neşeli, anlayışlı, gezmeyi bilen yol arkadaşlarım

6-Ben evde yokken kediye ( Lokum) ve köpeğe( Leo) bakmayı üstlenen oğlum ve kızım



Bİ DE BUNLAR VAR

0 yorum